29 Eylül 2014 Pazartesi

yaşam savaşı veren şehirli

action!!

kapıdan dikkatlice başımı dışarı uzattım. sakin görünüyordu ortalık. uzaktan işçilerin matkap sesini duyuyordum. kaskımı başıma taktım ve duvar kenarından dikkatlice yürümeye başladım. inşaata yaklaştıkça daha temkinli olmalıydım. uzun demir çubukların üzerinden bir kedi kadar usulca süzüldüm. vinçteki kalaslar 6. katın orda sallanmaktaydı. bir yandan da yolu kesiyordum. aksi gibi yağmur da ahmak, salak dinlemeden topumuzu ıslatmaktaydı. yoldaki su birikintileri korkutucuydu. derinliğini kestiremediğim için, çukur olma ihtimaline karşın, kalasların kafama düşme tehlikesi olmasına rağmen, vincin altından geçmeye karar verdim. hızlı adımlarla bir yandan su birikintisini, bir yandan kalasları keserken başımdan aşağı kovalarca su boşaldı. süratli gelen aracı atlamış ve bütün birikmiş suyu kafamdan aşağı yemiştim. çantamdan havluyu çıkarıp kurulandım. yedek iç çamaşırı da almıştım yanıma. onu da ofiste değiştirirdim artık. öküz herif! ilk direğe çıksındı inşallah. direk deyince mahalledeki elektrik direğinin bel vermiş yüksek akımlı kablolarının altındaydım artık. en azından bugün de kopmaması için sabah ezberlediğim dua işe yaramış ve minibüs caddesine ulaşmıştım. en uzun ve en yürek hoplatan kornayı çalan minibüse bindim. kalbim küt küt atıyordu. hayvan oğlu hayvan vapur düdüğü taktırmış olmalı ki bağırsaklarım da çalışmaya başladı. sert bir frenle midemdeki ifrazatı da öndeki kadının ayaklarına boşalttım. o sert fren arkadaki minibüsçünün reflekslerine yenildi ve adam bize arkadan bir güzel giydirdi. toplu sex fantazisi için çok beter bir durumdaydım. bizi bir başka minibüse naklettiler. içerde 45 kişi civarındaydık ve ama fakat şöför hala yolda bekleyen koca götlü karıları da bizle kaynaştırmaya kararlıydı. nefessiz kalma, soğuk terler dökme, kan şekeri düşmesi ve bilumum panik atak hallerini arka arkaya geçirerek metrobüse vardık. ben kapıdan inmeyi beklemeden minibüsün tavanındaki pencereden kendimi dışarı attım. kırmızı ışık bekle diyordu ama millet zaten sıkışmış trafiğin arasında araçların kaportalarının üzerinden atlıyordu. ''ne medeniyetsizler'' diye içimden geçirip yeşil ışığı beklerken üstüme kurye motorunun süratle yaklaştığını gördüm. son anda direğe tırmandım, bacağımı kasası sıyırıp geçti. kaldırımın üzerindeki tek medeni insan olarak benim yaşamamı istemediği gün gibi aşikardı. ''sokarım böyle işe'' deyip yüzerek karşıya geçtim. 2 minibüs, bir kurye, bir belediye otobüsü ve 2 taksinin ezme girişimlerini başarıyla atlattım. metrobüse son 20 metre kalmıştı. oynak parkelerin üzerinden enfes kalça hareketlerimle geçip, çamur parkurunu minimum hatayla bitirdim. bitmiş akbilimi doldurmak için kuyruğa girdim, aradan kaynayan bir kaç kişiyle ''biz salak mıyız, aptal mıyız'' tartışması yumruklaşmaya dönüşmeden kotarıldı. kapıya denk gelecek bölgelerde insanların arasına kaynadım. omuzlarıma vatkalarımı taktım. doğuştan dar omuzlu olmanın dezavantajları işte. yer kapmak istiyorsan; ya rugby oyuncusu, ya kucağında çocuklu turbanlı, ya da koca götlü penguen gibi yürüyen kadınlardan olman lazım. o penguenlerin ne sağından ne solundan geçebiliyorsun, ellerini de öyle bir açıyorlar ki, sağ veya sol kroşeyle nakavt olman işten değil. en sonunda körükte güzel bir yer kaptım. 2. duraktan sonra, körükteki güzel pozisyondan ziyade körüğün bir parçası olarak yoluma devam ediyordum. nefes almak için cebimdeki çakıyı çıkarıp körüğü kestim. asıl sorun nasıl inecektim. acaba şu körüğü iyice parçalasa mıydım? metro transferi için ineceğim durağa geldik. arkamdaki adam omuzumdan bastırıp, üstümden atlayarak benden önce inmeyi başardı. nazik bölgelerimi korumaya çalışarak kapıdan içeri girmeye çalışanlarla, konserlerde bile yapmadığım ve uzak durduğum pogo'yu yaptık. sağ böğrüme sıkı bir darbe aldığım halde rakibimin karaciğerine çalışarak vaziyeti lehime çevirdim. kaldırıma düşmekten son anda yırtarak kendimi bir panonun arkasına atıp biraz nefeslendim. daha yürüyen merdivenler vardı. tekbir getirip palayla dalsam şu kalabalığa yırtar mıydım acaba? akıl sağlığımı korumalıydım, emin adımlar ve ya sabır çekerek dar yürüyen merdivene kendimi kabul ettirdim. ve lakin çalışmıyordu ulan. yürüyen merdiven yürümediği ve ben yürüyen merdivenin üzerinde yürüdüğüm zaman bende baş dönmesi efekti yapıyor. önümdeki kızın üstüne yığılmışım. ''aa sapık'' diye bağıran kızın kafama vurduğu şemsiye dipçiğiyle kendime geldim. durumu anlatmakla uğraşmadım. kendini hala dünyanın en güzel kızı zanneden kaknem karı bağırmaya devam ediyordu. metro gelişini haber eden esintiyi hisseder hissetmez kaskımı vatkalarımı düzeltip pozisyonumu aldım. 2 penguen, bir bond çantalı iş adamı, 3 sakallı imam hatip öğrencisinin arasına kaynayıp en ön vagona sayelerinde yerleştim. ne kadar hızlı gidiyordu şu metro. ne rahatlık, ne pratik. toplu taşıma araçları herşeye rağmen iyi diye düşünürken pis bir metal yırtılma sesi geldi. inşaat çubuğu gibi bir demir son sürat üstümüze geliyordu...

veee kestik...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder