26 Ağustos 2014 Salı

sokarım kinayene

o kadar alıngan bir toplumuz ki, esprinin incesi, kinayenin kalını filan dinlemezük. anında kafa göz dalarız. zamanında adam dr. erol bey diye parça yaptı, bütün doktorlar ayaklandı mesleğimizle dalga geçiyor diye. dizide sınavı kazanamayan kızına ''kapıcı kızı bile olamadın'' diye çıkışan anneye bütün kapıcılar ayaklandı, rtük'e şikayet dilekçeleri yağdı. geçen feysbukta espri amaçlı yazdığım ''first ladyler daha çok  evime  gelen temizlikçilere benziyor'' cümlemi birebir algılayan arkadaşlarım oldu. ''ya annem temizlikçi olsa filan'' diyor mesela. ''mesela annen de temizlikçi olarak buna gülse nasıl olur'' diyemiyorum. zaten chat imkanında ifadesiz bir ortamda yazdığın her kelime sana yol su bıçak tabanca filan olarak dönebilir. o yüzden uzatmanın manası yok, kesiyorum. kendimizle dalga geçebildiğimiz sürece daha barışık, daha tahammüllü bireyler olacağımız kesin. ama nerde? bu seviyeye gelmemiz için ne gerekir bilmiyorum. genlere işlemiş sanırım. en ufak kavgada ana avrat dümdüz giden adamın da bu yüzden karnını deşiyoruz. mahkeme de bile anama küfretti savunması hafifletici neden sayılıyor. fransız bir arkadaşıma bunu anlattığımda, ''annem 70 yaşında çok hoşuna gidebilir'' demişti. adamda ki anlayışa bak. gel de bu herifle kavga et. kültür sadece okuyarak olmuyor maalesef. çevre, vizyon, beyin yapısı ve iklim şartları da önemli tabii. ''anneme reklamcı olduğumu söylemeyin, o beni bir genelevde piyanist sanıyor'' kitabının yazarı türk olsaydı, muhakkak 3-5 reklamcı yemez içmez, bu herif bizle taşak geçiyor diye mahkemeye verirdi. her kelimeyi seçerek konuşmak, aman şimdi o üzülmesin, bu alınmasın diye hayat mı geçer allahaşkına? amaç kimseyi kırmak, üzmek değil elbet. ama benzetmelerde insanların anası babası ne iş yapıyor diye düşünemiycem, kimse kusura kalmasın. bizim mahalleden bağırarak geçen sütçünün sesi ferhat göçer'e benziyor desem, bu sefer sütçüler ayaklanır. sen bize boktan sesli mi diyorsun diye. o kadar da şuursuzlaştık yani.
son olarak iğneyi kendime batırayım. okan bayülgen kendi programında yaptığı tespitte; '' grubun en yakışıklıları solistlerdir, basçıları hemen ayırt ediyorum, çünkü en ezik onlar duruyor''demişti. ben de yurdum insanı olarak tabii ki ''ezik senin anandır'' diyerek tepkimi göstermiştim. fakat sonra düşününce adama hak verdim. özür diliyor ve lafımı geri çekiyorum. burda okan'ın 'ezik' kelimesini daha sakin ve mütevazı anlamda kullandığını düşünüyorum. kıssadan hisse biraz geniş bir insan olmak, ota boka alınıp dellenmemek, kinayeleri ayırt etmek, esprileri anlamak, kısacası okuduğumuzu iyi deşifre etmek çok önemli. ha gayret, en azından doğacak çocuklarınız için gayret edin. sizden geçmiş olsa bile.

22 Ağustos 2014 Cuma

türk işi ays buket. (ağır magazin içerir. dikkat!)

als hastalığına dikkat çekmek için yapılan ice bucket challenge olayı pek bi meşhur şimdi. tabii bizim ünlüler de yemediler içmediler olaya hemen atladılar. maksat göz önünde olsunlar. hülya avşar kovanın içine  doldurduğu çeyrek lt. su ve 3 buzumsu parçayı, hacet görme pozisyonunda, oliiy oliii gibi garip sesler çıkararak kafasından aşağı döktü. yemek sepetinin sahibi bey de, kara murat filmlerinin meşhur senaryosundan esinlenerek çektiği kliple, ''ben varım ben varım'' replikleriyle sağdan soldan eklenen genç güruhla kafasından aşşağı suyu boca etti. 1000 lira yatırmayı da ihmal etmedi sağolsun. demet akalın buzu yer yemez 'haaassitir'i de ağzından koyverdi ki bence en dikkat çeken kısımdı. suyu dökmesin sırf küfür etsin yeter.. hanfendi sanatçı! allah için. üşenmeden hepsini seyrettim. çoğu ünlünün bu enfes malzemeyle ''1000 liraya daha iyi reklam mı yapılır'' diye düşündüğünden eminim.(toplanan paraya bakılırsa işi bedavaya getirmişler). belki de ben fesatım, ama bugüne kadar her boka mal bulmuş mağribi gibi atlayan ünlülerimizin samimiyetine de maalesef inanmıyorum. ne kötü di mi? kafandan aşağı sulu kezzap dökeceksin deseler, denerler diye düşünüyorum. bağış olayına gelince lütfedip 1000 lira verenler oldu ki, inanın gece klüplerine gittiklerinde valelere verdikleri bahşiş daha fazladır. finalde toplanan parayı da gördük. amerikada 15 milyon doları geçen bağış, çok vicdanlı futbolcu, işadamı ve büyük sanatçılarımıza rağmen 5 bin lira civarlarında kaldı.
son olarak gıkını çıkarmadan büyük bir ciddiyetle kafasından aşşaa koca kupayı boca eden lady gaga'yı kutluyorum. siyasilerden de aynı hamleyi bekliyoruz. biz ise zavallı vatandaşlar olarak  bütün bu yaşadıklarımız üzerine anca bir buzlu su içiyoruz. yarasın.

19 Ağustos 2014 Salı

amatör festival

türkiye'de tribünlere oynamak adettendir. her konuda, kendi  yandaşlarını kaybetmemek adına kendilerini haklı, masum göstermek için yüksek perdeden bağırıp, demagojinin dibine vururlar. genelde arabesk bir davranış biçimi olarak gördüğüm bu yaklaşımdan oldum olası midem bulanmış ve yapanlara karşı da saygı duymamışımdır. geçtiğimiz hafta sonu, adalarımızdan birinde düzenlenen festivale giden seyircilerden bazı kendini bilmezler, gece ada halkını rahatsız etmişler, ateşler yakılmış, yollara sıçılmış, milletin evinin önüne kusulmuş e haliyle ufak tefek esnafla da sürtüşmeler yaşanmış.  bütün bu olayların üstüne emniyet müdürlüğü gerekli güvenliği sağlayamayacağını düşünmüş ve organizasyonu yapanlarla ortak karar çerçevesinde festivalin 2. gününü iptal etmişler. tam da gitmeyi düşündüğüm gün duyduğum iptal haberi beni üzdü ve nedenlerini hem adada yaşayan arkadaşlarımdan hem de organize işlerini gayet iyi bilen, bu konudaki tecrübeleri sabit, fikirlerine ve sağduyusuna güvendiğim bir arkadaşımdan öğrendim. konuyla ilgili sadece ve sadece twitterdan ''eğer festival bitmişse, göt içi kadar adada bağırıp çağırıp milleti de rahatsız etme kardeşim. eğlen sonra da evine dön.'' yazdım. burda ne festivale, ne düzenleyenlere ait en ufak bir serzeniş ve bok atma yok. gel gör ki çok kadim bir grubun, kadim basçısı, herkesin abi dediği, bizim de aklından asla şüphe duymadığımız meslektaşımız benle birlikte iki, üç arkadaşımı hedef gösterip, festivale bok atmakla suçlamış. kendini savunma amaçlı yaptığı yazısında finalde de hepimizi affetmiş. sanırsın festivali karalamak adına, ada halkını naralar atıp biz uyandırdık, milletin kapısına biz kustuk. kırılan bira şişeleri varmış, halbuki festivalde sadece kutu bira satılmışmış. festival bittikten sonra bakkaldan da kutu bira alımını sağlamış herhalde bu arkadaş. velhasıl kelam ortada çok net bir olay var, fakat kadim basçı abi bunu göremeyecek kadar sinirli olduğu için nereye saldıracağını şaşırmış. yazdığı yazının altına da yandaşları hemen ''aslan abim, süper festti, kıskananlar çatlasın'' şeklinde methiyeler düzmüşler.
dünyanın her yerinde festivallerde, bağırış çığırış, kusma, sıçma, kavga olur diyen arkadaşlara da lafım var. tabii ki olur. o yüzden organizasyonu yapanlar konuyla ilgili her türlü güvenliği, temizliği boku püsürü sağlarlar. organizasyon işi profesyonel bir iştir ve beceriksiz insanların elinde faciaya dönüşür. kendi işimi kendim yaparım diyip, amatörlüğü savunursan sonuçlarına da katlanırsın. amatör bir ruhla profesyonelce çalışmaktır doğrusu abicim. finalde de ''her şeyi bana soracaksınız, bana. saksı değilim ben'' diye bağıran erol büyükburç misali, ''kızdım ben kapatıyorum konuyu gidiyorum'' diyemezsin. empati kur önce, yazılanları iyi deşifre et, mümkünse boyundan büyük başka işlere de karışma.
festival canavarı levent.

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Mike Love Band- "Barber Shop"





bu sabah tesadüfen karşılaştığım bu gruba bayıldım ki pek reggae sevmem. mike love hawaii'de doğmuş, zaten oranın folklorik ögeleri müziğine de yansımış. sayfasında vegan olduğunu belirtmiş. yaptığı müziği dinleyince ne kadar iç huzuruna erdiğinin farkına varıyorsunuz. hastasıyım böyle insanların. jah.

15 Ağustos 2014 Cuma

terapisti boşver motor al

motosiklet kullanmak iyidir. çevreye daha az zarar verirsiniz, park sorununuz olmaz, yakıt olarak daha hesaplıdır, trafiğe fazla takılmazsınız, kendinizi daha özgür hissetmenizi sağlar, rüzgarı, ağaçları ve toprağın kokusunu hissedersiniz. dünyanın en güzel, en zevkli, heyecanlı ve mutluluk verici aktivitelerinden biridir motor sürmek. dertlerinizi unutturur, kan dolaşımınızı arttırır, hayatın güzelliklerini, renklerini, anlamını kavramaya başlarsınız. korkularınızla yüzyüze gelirsiniz ve üstüne sürersiniz. dertlerinizin üstüne sürersiniz, kavgalarınızın üstüne sürersiniz, utangaçlığınızın üstüne sürersiniz, monotonluğun üzerine sürersiniz. sizi bu hayattan soğutan her ne varsa üstüne sürebilirsiniz. trafikte söylenerek yitirdiğiniz zamanların, motor kullanmamak için bulduğunuz bahanelerin hepsini çöpe atmanız için tek yapmanız gereken cesaretinizi toplamak ve motora binmek. bundan pişman olmayacağınızın garantisini verebilirim. 
eğer hala, 'bu ülkede motora mı binilir?', 'üstüne sürüyorlar', 'korunaklı değil' gibi bahanelerin altında ezilmekle vakit geçirenlerdenseniz, bizim yolumuzu kapatmayın, yanımızdan nerdeyse sürtünerek geçmeyin, yakın takip etmeyin, makasa almayın, bizimle kapışma cüretini göstermeyin ( en hıyar motor bile ilk tıkanıklıkta yanınızdan 20 km ile sizi sollayacaktır), yağışlı havalarda birikmiş sulardan ayı gibi geçip motorcuyu zor durumda bırakmayın, kuryelerle, nizami motor kullanıcılarını bir tutmayın, kurye bile olsa o da candır gençliğine verin ölmesine sebep olmayın, motor yerlerine parketmeyin ve bizi FARKEDİN!..

derler ki; 
eğer bir günlük mutlu olmak istiyorsan, iç.
eğer bir yıl mutlu olmak istiyorsan, evlen.
eğer bütün hayatın boyunca mutlu kalmak istiyorsan, motor kullan.

siz otomobilinizle hava atmaya devam edin, biz de hava almaya devam edelim. sağlıcakla kalın.


13 Ağustos 2014 Çarşamba

görmüyorum o halde yerim

fast foodlarda yediğiniz kanatların civciv olduğunu biliyor musunuz? peki tavukların çabuk büyüsünler diye hormonlu ve hareket edemeyecek şekilde beslendiklerini. ya nuggetların yapımında ayak ve kafa hariç bütün iç organların olduğunu... sosis yapımının tarifini sizlerin hayal gücüne bırakıyorum. güzel. şimdi kedinizin başını okşayın ve hayvanseverliğinizle gurur duyun.
günlük yaşantımızda çabucak bir şeyler atıştırıp zamandan kazanmak için fast foodlardan çıkmıyoruz. kötü beslenme bir kenara, hastalığa davetiye çıkaracak bu beslenme şekli en başta çocuklarımızı da tehdit ediyor. sosyal medyada  tüm geyik konuşmaların, binlerce hit aldığı bu tip mevzuları işimize gelmediği için es geçiyoruz. ''görmüyorum o halde yerim'' mottosu işimize geliyor çünkü. kimseyi vejetaryen ya da vegan olmaya çağırmıyorum. olanlara ise sonsuz saygım var. ama hayvan katliamını azaltmak yine biz insanlığın elinde diye düşünüyorum. burger king, mc donald veya kfc gibi sektörün azılı hayvan katillerini boykot edebiliriz mesela. geçen seyrettiğim sosis yapımında, canlı yavru domuzları bıçkı makinesinde parçalara ayırıp, finalde bütün iç organlarıyla püre haline getiriyorlar ve paketliyorlardı. o hayvanların can çekişerek ölümünden biz sorumluyuz. bu kadar tüketirsek herifler de bizim gırtlağımıza daha çok tavuk gagasını veya domuz bağırsağını sokmak için debelenir haliyle. bilmediğiniz şeyleri anlatmıyorum, ama kedi ve köpeklere gösterdiğiniz ilgi bana antipatik gelmeye başladı. bu ne perhiz ne lahana turşusu. senin kedini veya köpeğini tayland'da, kore'de yiyorlar bacım. aksaraydaki şizofren kadını, öldürdüğü kedi yüzünden, bağırsaklarını deşmeyi düşünüyorsun... tayland'a ne zaman atom bombası çakarsın bilmiyorum artık.
bir düşün bakalım neler yapılabilir?
sevgiler.

12 Ağustos 2014 Salı

good evening sir

sene bilmem kaç londra'da geziniyorum. piccadily, soho, hele ki camden town favori yerim, çünkü bit pazarı gibi yerler var. portobello muydu yoksa bit pazarının olduğu yer? aman her neyse, ne de olsa biri beni düzeltir. türk olmanın en güzel yanı her şeyi düzeltmemiz. konudan konuya atlıyor gibi olacak; roma'dan gelmişim, yine fi tarih. öğrenciliğim yeni bitmiş. o zaman benim kız ufak. çocuk arabası almak için mağazaya girdik. chicco model olan  hoşuma gitti. ''chicco (kikko okunur) ne kadar?'' diye sordum. tezgahtar öğretmenlikten terk olacak, bedelini söylemek yerine hemen beni uyardı. ''çikko o''. karşısında 5 senedir roma'da kalmış, italyan lisesinde okumuş bir adama italyanca öğreten bir tezgahtar, hastasıyım. hayır farzet ki yanlış söyledim. ''çükko'' desem bile, sen yine de fiyatını söylesene. sana mı kaldı italyanca hocalığı? o zaman gençlik başımda duman, şimdiki gibi tahammül ne gezer? kızın suratına gülerek ''vaffanculo'' demişim. kız da ''ondan yok'' filan diyor. moronluk abidesi.
neyse londra diyordum. harrods mağazaları pek bir meşhurdur. hazır önünden geçerken içeri daldım. mağaza dediğime bakmayın. bizdeki gibi cam ve demirden oluşmuş boy aynası gibi yapılardan bahsetmiyorum. bildiğin müze gibi bina. 1800 lü yıllarda kurulmuş, baya tarihi olan bir yapı. tarih, sanat, aydın toplum, medeniyet vs birleşince her boka yansıyor haliyle. adam da buckingham sarayı var. bize fırsat verseler dolmabahçe sarayının yanına da simit sarayı açarız. asıllarını korumak varken, tarihi dokumuzun içine sıçıp, tabelaya bir de yabancı bir isim koydurduk muydu tamamdır. sahibinin türkçeyi bile doğru dürüst konuşamadığı, iki kelimeyi bir araya getiremediği yerde adamın dükkan ismine bakıyorsun; simitchi, börekchi, my world ağaoğlu mesela. ağaoğlu sular seller gibi ingilizce konuşur siz bilmezsiniz.
dönüyorum harrods'a. birbirinden şık dükkanlara bakarak geziniyorum. puro dükkanına rast geldim. o zamanlar sigarayı yeni bırakmışım, keyif olsun diye arada sırada puro içiyorum. vitrinde o kadar güzel puro kutuları var ki, bir tane kaparım diye içeri girmemle, yanlış bir karar verdiğimi anladım. en azından daha düzgün bir kıyafette olmam gerekiyor diye düşündüm. tezgahta duran adam bildiğin lord. ben hayatımda böyle düzgün ütülenmiş bir pantolon görmedim. çizgisi o kadar net ki, elma dilimlersin. adamın üstünde frak var yahu! prens charles diye yuttursalar adamın önünde diz çökerim, o derece. girmiş bulunduk bir kere. adam beni dilenci sanıp kapıyı gösterse rahatlıyacağım ama o da ne ''good evening sir'' filan diyor. altımdaki pantolon woodstock festivalinden kalmış gibi, tshirt ise anlatmaya değmez, adam bana ''sir'' diyor. potansiyel olarak buradan puro kutusunu bırak bir adet kibrit çöpü dahi alamaz görünümdeyim. fiyatlara göz gezdirince sadece görünümde kalmadığımın ben de idrakine vardım. 1600 pound bir puro kutusuna veremeyeceğim. adam tam arkasını döndüğünde sıvışırım filan diye düşünüyorum. süzülerek kapıdan çıkarken adam tabi ki enseledi ve en kibar haliyle ''good evening sir'' ü yine çaktı. ''see you'' filan gibi bir şey geveleyerek çıktım dükkandan.
keşke bir tane puro alsaydım bari diye düşündüm. en ufağından, en hesaplısından. şöyle bir maltla tüttürür keyif yapardım. cebimden bir tane cafe crem çıkarıp yaktım ve yoluma devam ettim. kağıt mağıt bu da fena değil yahu. niyet önemli.

10 Ağustos 2014 Pazar

oy oy ekmelim. nedir bu güzellikler nedir bu güzellikler

sıcaktan kan ter içinde kala kala oy kullanacağım yere geldim. boru değil cumhurbaşkanı adayımızı seçecez. hepsi birbirinden tatlı mı tatlı, sevimli mi sevimli adaylarımız var. içim kıpır kıpır. yanımda duran siyah peçeli kadın bu sıcakta oy vermeye gelmiş garibim. afferim ona. güneşten korunmak için her tarafını kapamış. termos gibi, soğuğu içinde muhafaza ediyor zaar. mini etekli kızımız da hem oyumu veririm hem de 2 dirhem daha yanarım kafasında. ben şort t-shirt kombinasyonunu tercih ettim. genel mahalle erkeklerinin tercihi de bu yönde olmuş. arada şalvar pantolon giyen köy insanı da kıyafetini şık kasketiyle tamamlamış. türbanlı bacılarım şıklık yarışında. rengarenk eşarpları ve son derece şık sade  pardösüleriyle arz-ı endam eylemekteler. renk olarak bej ve füme tonlar hakim. ortam sakin. polisler gömlek yakalarını açıp, beyaz mendillerini boyunlarına atmışlar. western filmlerinden fırlamış gibi duruyorlar maşallah. birisiyle göz göze geliyoruz ''whatz up dude'' dedi. çok iyi ya. ne medeni bir ülkede yaşıyorum tanrıma şükürler olsun. sandık görevlisi uzun uzun beni kesiyor. dövmelerimi çok beğendi bir ihtimal. ''ekmel forever'' diyorum. mosh hareketiyle cevap veriyor. ayak üstü muhabbet ediyoruz. ''zeppelin ne efsane gruptu ya'' diyor. halbuki adamın tipinden ferdi tayfur'un bütün kaset kolleksiyonunu toplamış olma ihtimali akıyor. önyargı kötü bir şey işte. ben de ''müslüm'cüyüm'' diyorum.. gülüşüyoruz. oy verme sırası bana geliyor. pusulamı alıp kabine giriyorum. 3 aday da karşımda 'o piti piti piti karamela sepeti terazi lastik jimnastik yapıyorum, çıkan adaya basıyorum mührü. tam 12 den koydum yine çocuğu. daireden taşmadı bile. askerde de çok iyi atıcıydım zaten. görev tamamlandı. eve dönerken yaşlı teyzem ''hayırlı olsun evladım'' diyor. ''hayır götümüze kaçtı teyzecim'' deyip pamuk ellerinden öpüyorum. ''seni kerata seni'' diye gülüp bastonunu kafama vuruyor. kafam acıyor mu yanıyor mu çatlıyor mu anlıyamıyorum. hemen eve gidip bir sirkeli su yapıp kafamdan aşağı dökmem lazım. başıma güneş geçti sanırım. sandık görevlisi 'whole lotta love' mırıldanıyor. tanrım aklıma mukayyet ol. koşarak uzaklaşıyorum.

8 Ağustos 2014 Cuma

Shuffler - Hit Me With Your Rhythm Stick / Alphabet St - Live Studio Ses...





ilk parça ian dury & the blockheads parçasının süper bir yorumu. orjinal bas rifi norman watt-roy'un.  jamiroquai'dan tanıdığımız paul turner'ın enfes 'groove'uyla daha da leziz bir hale gelmiş. dinleyin derim : ))>

7 Ağustos 2014 Perşembe

önce dövme sonra tövbe


''dövme yaptırmayı çok istiyorum ama sıkılırım diye korkuyorum.'' en sevdiğim cümle! ''yahu kısaca götüm yemiyor'' desene. bu cümleyi, bir tek ajda pekkan kurarsa kabul edebilirim. çünkü kadın aynaya baktığında kendi suratından sıkılıp bıçak altına gözünü kırpmadan yatıyor. yakında kırpacak gözü de kalmayacak gerçi, gerilmekten göz kapakları işlevini yitirdi. neyse gelelim konumuza; dövme yaptırmaya karar verdiğinizde sizi doğru yansıtacağını düşündüğünüz, kendi felsefenize, tarzınıza (varsa), hayat görüşünüze uygun, desen veya motiflere yönelmelisiniz. bunun için de dövmeciye gitmeden bir ön çalışma yapmalısınız. ömrünüzün sonuna kadar gururla ve sıkılmadan taşıyacağınız figürü bulduğunuzdan emin olduğunuzda ikinci aşamaya geçip dövme artistinizi bulup, onun da fikrini alabilirsiniz. ama çoğu insan gibi siz de dövmeciden içeri girip, ne yaptıracağını bilmeyenlerdenseniz, muhtemelen laf olsun torba dolsun dövmesine sahip olup çıkarsınız ki, bu genelde ya sevgili ismi, ya sonsuzluk işareti, ya nazar boncuğu ya da katalogdan seçeceğiniz burç dövmesi olacaktır. bazen ''koluma gülen güneş dövmesi istiyorum'' diyip, ayağına yapılmış uç uç böceğiyle çıkanları da gördük.
abdurrahman adındaki sevgilisinin adını, yüzük parmağına yazdırmak isteyenleri de. bir de portresini çizdir istersen serçe parmağına. mikro cerrahi mi lan bu? dövmeden bihaber, sadece dövmem olsun kafasıyla bu tip dövme yapılmaz. adam gelmiş, göğsüme kartal istiyorum diye, elini de 1 karış açmış, üstüne de ekliyor ''sıkılırsam nerde sildirebilirim?'' dereyi görmeden paçaları sıvaması yetmemiş, donunu da çıkarmış. git bir hamama, sıkı bir kese attır, çıkar hemşerim. yahu eşşek kadar kartalı yaptırana kadar sana direkt kıçına eşşek dövmesi yapalım, tam sildiremezsen ah benim eşşek kafam diye dövünürsün.
dövme bütçesi de ayrı bir konudur. istedikleri dövmenin fiyatını duyduğunda ''aa çok pahalı alt tarafı şuncacık bi şi çizilcek'' diyenlere tavsiyem, ömrünün sonuna kadar vücutlarında taşıyacakları bir dövmenin ucuz olamayacağını kafalarına sokmalarıdır. meşhur dövme atasözü ne der? 'ucuz dövme güzel olmaz, güzel dövme ucuz olmaz.'
''dövme yaptırırsam devamı gelir diye korkuyorum.'' bu da götüm yemiyor''un ikinci versiyonu. yani adam direkt bizim gibileri freak olarak görüyor ve o kategoriye girmekten tırsıyor. sanırsın bret pit. ulan kıllarından görülmez ki zaten dövme derdini yiyim. acı boyutu var tabi işin bir de. bu konuda kadınlar daha dayanıklılar. acı eşikleri bize göre daha yüksek, veya ağda işleminden alışkınlar, kimbilir.
dövmelenmek istiyorsanız dediklerimi kaale alın, kafanızın karışmasını istemiyorsanız fazla kişiye de danışmayın. dövme size özeldir, sizin için büyük anlamı olan, başkaları için hiç bir değer taşımayabilir. balıkçıysanız olta resmi sizin için çok esprili olabilir ama, çok saf biri için hakaret olarak algılanabilir. denizatı yurt dışında biseksüelleri temsil ediyormuş mesela. çok maço bir tipseniz, sırf şeklini sevdiniz diye kolunuza denizatı yaptırırsanız, otobüsteki adam size niye göz kırpıyor diye kafa atmayın. şaka bir yana, dövmede çoğu figürün, motifin, hayvanın bir anlamı vardır. kimi gücü temsil eder, kimi şansı, kimi sevgiyi... demek ki neymiş? araştıracaksınız kardeşim. dersinizi iyi çalışacaksınız. 'only god can judge me' yaptırmış 3 milyonuncu kişi olmak istiyorsanız o zaman size diyecek bir lafım yok.
''yaşlanınca derim kırışırsa dövme bozulmaz mı?'' yaşlanınca tek derdin bu olsun çocuğum. kırışık derine işlettiğin, her birinin anısı olan dövmelerin varsa, burda düşünmen gereken ''torunlarına anlatacak hikayelerim olacak mı?'' olmalıdır. yaşlanmayı dert ediyorsan olmadı gerdirirsin ne diyim?
ve son olarak dövme günah değildir, abdest de tutar. konuyla ilgili diyanetten onay aldım.
olmadı ne diyoruz? önce dövme sonra tövbe...

peki bütün bunları yaptıktan sonra hangi stüdyoyu tavsiye ediyorsun diyenlere ahanda adres:

http://www.elephant-tattoo.com/

6 Ağustos 2014 Çarşamba

açık büfeye taarruz

tatilde insan aç uyanıyor. deniz, güneş, sıcak, gezme tozma sanırım enerjini bitiriyor o yüzden sürekli ya yiyorsun ya içiyorsun. otelde kalmanın güzel tarafı kendin bir şey hazırlamıyorsun,  mis gibi hazırlanmış açık büfe kahvaltı var ve bittikten sonra da toplama derdin yok. genelde 5 yıldız bir otelde değil de bizim gibi mütevazı bir motelde kalıyorsan, (gerçi sahipleri 'butik otel' demeyi uygun görmüşler), kahvaltıda karpuzun yanı sıra egzotik meyveler, 2 çeşit beyaz peynir(biri keçiden) veya kaşar peynirin yerine camembert, gravyer, hazır paket reçel ve balın yerine de ev yapımı yöresel reçeller yok. uzatmayayım kahvaltı da gayet ucuz yollu halledilmiş olmakla beraber, yumurtan çayın, otel sahibesinin otlu börekleri ve poğaçaları ile gayet doyurucu. tabi kahvaltı bedava diye tabaktaki bütün domatesleri, peynirleri, zeytinleri bitirenler de yok değil ki bunlar en sevdiğim kategoriyi oluşturuyor. arkamda biri varsa,  mümkün olduğunca gözlerimle alacaklarımı seçip, yiyebileceğim kadar alırım. ama heyhat! önümdeki hatun kahvaltıdan sonra direkt denize girecek olmalı ki, bikinisinin üstüne giydiği şeffaf geceliğiyle önümdeki ürünleri süzmekte. peyniri süzüyor, zeytini karıştırıyor, sonra cayıp tabağına karpuzu dolduruyor da dolduruyor. direkt diyarbakır karpuzunu versen yiyecek bünyeye bak. fesuphanallah diyorum tabağıma 5 adet zeytin ve beyaz peynir alıyorum. kadın domatesleri de götürdü, garson çocuğa başka domates yok mu diyor? kırmızıya sempatisi var belli. kırmızı t-shirt giysem beni de yer. şurdan yumurtamı alıp, bi tane de börek kapsam, finalde bir çay almak kalıyor ki, yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim sayılır. kadın benden önce atlıyor ve bira bardağı büyüklüğünde 2 su bardağına çay dolduruyor. aha bitti çay. kadın  topuklularla zaten 1.90 bir laf etmiyorum. at karı deper valla. bu hatuna şimdi su da yetmez yalak getirin. ince belli bardağa zar zor imamın abdest suyundan hallice çayımı koyuyorum. insanların egoist tavırlarına uyuzum. kıtlıktan çıkmış gibi herşeye saldıran, sonra fazla geldiği için tabağında bırakan müsrif insanlardan haz etmiyorum.
ayağımın altında kedi miyavladı, ''tatiline bak amma söylendin'' diyor. haklı. tabağımdaki salamı ona verdim. kulak arkası yaptı, tokmuş ''sonra yerim'' dedi. iyi fikir. poğçamı peçeteye sarıp, çantama attım. afyonum patlasın hele, dışarda bir yerde demli çayla, poğçamı yerim artık.

5 Ağustos 2014 Salı

sağ yap topla gel, müziği kıs da gel


bodrum'u çok severim, laf ettirmem. bayramda seyranda, çekirge sürüsü gibi güzelim yeri basıp ağzına sıçan da biziz, laz müteahhit kafasıyla güzelim dokusunun içine edip, dağ tepe sitelerle dolduran da biziz. sonra da vay anam bodrum iğrenç oldu. sensin iğrenç! koca koca jipler, lüks otomobillerle daracık sokaklarında hava atmaya çalışıyorsun. her yer iki adım zaten, yürürsen incilerin mi dökülür? saatlerce araçların içinde aynı büyük şehirlerde ki gibi vakitlerini geçiriyorlar. gittikleri mekanlar da aynı şekilde. görmemişlik had safhada. volume o kadar açık ki kulak zarı değil, bakirelerin kızlık zarı bile yırtılabilir. konuşacak mevzusu yok herhalde bu tip eğlence sevenlerin. garsona sipariş verirken bile, gıdısından öpücük alıyor gibi gözüküyorlar. masalarda genelde erkekler de kızlar da durdukları yerde, tek el havada, sürekli ''topla gel'' hareketiyle müziğe tempo tutup, sağı solu kesiyorlar. türkbükü shipahoy veya o sıradaki yerlerin müşteri profili kalburüstü tipler. normal bir memurun 2 bira içse maaşını bırakabileceği yerlerden bahsediyorum. bütün kızlar düğüne gider gibi boyanmış ve giyinmiş. sahilde kumun üstünde, yanından kazlar filan geçiyor, ayağında sivri veya apartman topuklu ayakkabılar, takmış takıştırmış elinde içki 'sağ yap gel', 'dümdüz gel', 'topla gel' figürleriyle, cıs tak cıs tak kıvırmaca... hay ben sizin eğlence anlayışınıza. o bölgeden geçerken yemin ediyorum dengemi kaybettim, beyin loblarım yer değiştirdi sanıyorum. gece saat dörde kadar bu gürültü devam ediyor, hani gideyim odama dinleneyim diyorsanız kulağınıza tıpa, pamuk ne bulursanız tıkmanız lazım. gerçi o da fayda etmiyor ya neyse. tam uyuma moduna geçiyorsunuz ki sabah ezanı başlıyor. diyorum ya imam da sağırlaşmış bunlar yüzünden. megafon o kadar açık ki, zıplayarak uyanıyorsun, kafan tavana, dizin yatağa çarpıyor, komodindeki her şeyi devirip camı kapatıyorsun o sıcakta. imam kaptırmış hayatımda duyduğum en uzun ezanı okuyor. nefes alma yerlerini uzun tutuyor. tamam bu sefer bitti dediğinde tekrar başlıyor. küfürle karışık çığlık atmışım sevgilim uyarıyor. uyku filan kalmıyor haliyle, namaza gideyim, ordan da denize gideriz diye düşünmeye başlıyorum. çarpıntım tuttu yeminlen. uyku haram bu bölgede. aslında yazıya başlarken bodrum'da nerelerde neler yenir, uygun ve lezzetli mekanlar, cafeler, barlardan bilgiler aktaracaktım. bir sonraki yazıda kısmet olursa. tabi yine dellenip başka bir mecraya yönelmezsem.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

güneşlenen havlular


harika bir hava hafif esintili, deniz cam gibi, plaj bomboş, kalbim güm güm, scooterı acele değil ama yavaş yavaş parkedip, şıpıdak şıpıdak yürüyerek sahile iniyoruz. gölgede bir çift şezlong beğeniyoruz. ama o da ne? çizgili bir plaj havlusu şezlongta sere serpe yatıyor. bir başka şezlonga yöneliyoruz, orda da durum farklı değil. ferrari sponsorlu havlu, güneşin altında ıstakoz gibi kıpkırmızı olmuş. yere uçmuş beyaz peştemali üstüne seriyorum, homurdanıyor. insan olarak bir biz, bir de garson var. havlular her renk, her cins, her kalite. kimi özdilek, kimi hilfiger yan gelip tatilin tadını çıkarıyorlar. sahipleri sanırım geceden kalma. garsonu çağırıyorum. boş yer soruyorum. ''yok abi'' diyor. sahipleri gelene kadar havlulara bakıyormuş. ''burası piçleşmiş'' diyorum. ''evet abi burası beach'' diyor. ''kaçta gelir bunların sahipleri'' diye söyleniyorum. 12:30 a kadar tutuyormuş. ''saat kaç peki şimdi'' üstelemeye devam... ''daha erken saat 11'' diyor. saate bakıyorum on dakkaya süre doluyor herifçioğlu evde yok. masaya oturuyoruz, bir havlu denize uçar da boğulur, biz de şezlongu kaparız ümidiyle çay ısmarlıyoruz. 
angry birds desenli havluyla göz göze geliyoruz. mendebur havlu daha çok beklersin gibi sert bir bakış fırlatıyor. azına sıçtığımın kuşu gidip üstüne çayımı dökecem şimdi o derece ayar oldum. ordan betty boop desenli olan ''aman boşver dalaşma gibilerinden göz kırpıyor''. şıllığa bak, tipsiz yosma. sevgilim ''kendine gel havluyla konuşuyorsun'' diyor. güneş başıma geçti herhalde. spiderman şimdi martini sipariş etti lan. elimdeki buldan peştemalle göz göze geliyoruz. ''bari bırak ben keyfime bakiyim'' gibi bir havası var. ortasından bürüp kolumun altına sıkıştırıyorum, inliyor. ite bak bıraksam gidecek yani. kız arkadaşım ''yürü başka yere gidelim, zaten sevmedim burayı'' diyor. akıl sağlığımdan endişe ediyor besbelli. taraftar havluları meksika dalgası yapıyor gözümün içine baka baka. şimdi gidip üstlerine işiyecem yeter lan.
rüzgar da mı durdu ne? ter içinde kaldım. başka şezlong mu yok? havlular arkamdan ''yürü anca gidersin'' diye bağırıyor. havları dökülsün inşallah, yer bezi olsunlar sürünsünler itler. otele döner dönmez ayak havlusu yapcem hepsini. sus lan sen de! buldan piçi.