12 Ağustos 2014 Salı

good evening sir

sene bilmem kaç londra'da geziniyorum. piccadily, soho, hele ki camden town favori yerim, çünkü bit pazarı gibi yerler var. portobello muydu yoksa bit pazarının olduğu yer? aman her neyse, ne de olsa biri beni düzeltir. türk olmanın en güzel yanı her şeyi düzeltmemiz. konudan konuya atlıyor gibi olacak; roma'dan gelmişim, yine fi tarih. öğrenciliğim yeni bitmiş. o zaman benim kız ufak. çocuk arabası almak için mağazaya girdik. chicco model olan  hoşuma gitti. ''chicco (kikko okunur) ne kadar?'' diye sordum. tezgahtar öğretmenlikten terk olacak, bedelini söylemek yerine hemen beni uyardı. ''çikko o''. karşısında 5 senedir roma'da kalmış, italyan lisesinde okumuş bir adama italyanca öğreten bir tezgahtar, hastasıyım. hayır farzet ki yanlış söyledim. ''çükko'' desem bile, sen yine de fiyatını söylesene. sana mı kaldı italyanca hocalığı? o zaman gençlik başımda duman, şimdiki gibi tahammül ne gezer? kızın suratına gülerek ''vaffanculo'' demişim. kız da ''ondan yok'' filan diyor. moronluk abidesi.
neyse londra diyordum. harrods mağazaları pek bir meşhurdur. hazır önünden geçerken içeri daldım. mağaza dediğime bakmayın. bizdeki gibi cam ve demirden oluşmuş boy aynası gibi yapılardan bahsetmiyorum. bildiğin müze gibi bina. 1800 lü yıllarda kurulmuş, baya tarihi olan bir yapı. tarih, sanat, aydın toplum, medeniyet vs birleşince her boka yansıyor haliyle. adam da buckingham sarayı var. bize fırsat verseler dolmabahçe sarayının yanına da simit sarayı açarız. asıllarını korumak varken, tarihi dokumuzun içine sıçıp, tabelaya bir de yabancı bir isim koydurduk muydu tamamdır. sahibinin türkçeyi bile doğru dürüst konuşamadığı, iki kelimeyi bir araya getiremediği yerde adamın dükkan ismine bakıyorsun; simitchi, börekchi, my world ağaoğlu mesela. ağaoğlu sular seller gibi ingilizce konuşur siz bilmezsiniz.
dönüyorum harrods'a. birbirinden şık dükkanlara bakarak geziniyorum. puro dükkanına rast geldim. o zamanlar sigarayı yeni bırakmışım, keyif olsun diye arada sırada puro içiyorum. vitrinde o kadar güzel puro kutuları var ki, bir tane kaparım diye içeri girmemle, yanlış bir karar verdiğimi anladım. en azından daha düzgün bir kıyafette olmam gerekiyor diye düşündüm. tezgahta duran adam bildiğin lord. ben hayatımda böyle düzgün ütülenmiş bir pantolon görmedim. çizgisi o kadar net ki, elma dilimlersin. adamın üstünde frak var yahu! prens charles diye yuttursalar adamın önünde diz çökerim, o derece. girmiş bulunduk bir kere. adam beni dilenci sanıp kapıyı gösterse rahatlıyacağım ama o da ne ''good evening sir'' filan diyor. altımdaki pantolon woodstock festivalinden kalmış gibi, tshirt ise anlatmaya değmez, adam bana ''sir'' diyor. potansiyel olarak buradan puro kutusunu bırak bir adet kibrit çöpü dahi alamaz görünümdeyim. fiyatlara göz gezdirince sadece görünümde kalmadığımın ben de idrakine vardım. 1600 pound bir puro kutusuna veremeyeceğim. adam tam arkasını döndüğünde sıvışırım filan diye düşünüyorum. süzülerek kapıdan çıkarken adam tabi ki enseledi ve en kibar haliyle ''good evening sir'' ü yine çaktı. ''see you'' filan gibi bir şey geveleyerek çıktım dükkandan.
keşke bir tane puro alsaydım bari diye düşündüm. en ufağından, en hesaplısından. şöyle bir maltla tüttürür keyif yapardım. cebimden bir tane cafe crem çıkarıp yaktım ve yoluma devam ettim. kağıt mağıt bu da fena değil yahu. niyet önemli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder