o kadar alıngan bir toplumuz ki, esprinin incesi, kinayenin kalını filan dinlemezük. anında kafa göz dalarız. zamanında adam dr. erol bey diye parça yaptı, bütün doktorlar ayaklandı mesleğimizle dalga geçiyor diye. dizide sınavı kazanamayan kızına ''kapıcı kızı bile olamadın'' diye çıkışan anneye bütün kapıcılar ayaklandı, rtük'e şikayet dilekçeleri yağdı. geçen feysbukta espri amaçlı yazdığım ''first ladyler daha çok evime gelen temizlikçilere benziyor'' cümlemi birebir algılayan arkadaşlarım oldu. ''ya annem temizlikçi olsa filan'' diyor mesela. ''mesela annen de temizlikçi olarak buna gülse nasıl olur'' diyemiyorum. zaten chat imkanında ifadesiz bir ortamda yazdığın her kelime sana yol su bıçak tabanca filan olarak dönebilir. o yüzden uzatmanın manası yok, kesiyorum. kendimizle dalga geçebildiğimiz sürece daha barışık, daha tahammüllü bireyler olacağımız kesin. ama nerde? bu seviyeye gelmemiz için ne gerekir bilmiyorum. genlere işlemiş sanırım. en ufak kavgada ana avrat dümdüz giden adamın da bu yüzden karnını deşiyoruz. mahkeme de bile anama küfretti savunması hafifletici neden sayılıyor. fransız bir arkadaşıma bunu anlattığımda, ''annem 70 yaşında çok hoşuna gidebilir'' demişti. adamda ki anlayışa bak. gel de bu herifle kavga et. kültür sadece okuyarak olmuyor maalesef. çevre, vizyon, beyin yapısı ve iklim şartları da önemli tabii. ''anneme reklamcı olduğumu söylemeyin, o beni bir genelevde piyanist sanıyor'' kitabının yazarı türk olsaydı, muhakkak 3-5 reklamcı yemez içmez, bu herif bizle taşak geçiyor diye mahkemeye verirdi. her kelimeyi seçerek konuşmak, aman şimdi o üzülmesin, bu alınmasın diye hayat mı geçer allahaşkına? amaç kimseyi kırmak, üzmek değil elbet. ama benzetmelerde insanların anası babası ne iş yapıyor diye düşünemiycem, kimse kusura kalmasın. bizim mahalleden bağırarak geçen sütçünün sesi ferhat göçer'e benziyor desem, bu sefer sütçüler ayaklanır. sen bize boktan sesli mi diyorsun diye. o kadar da şuursuzlaştık yani.
son olarak iğneyi kendime batırayım. okan bayülgen kendi programında yaptığı tespitte; '' grubun en yakışıklıları solistlerdir, basçıları hemen ayırt ediyorum, çünkü en ezik onlar duruyor''demişti. ben de yurdum insanı olarak tabii ki ''ezik senin anandır'' diyerek tepkimi göstermiştim. fakat sonra düşününce adama hak verdim. özür diliyor ve lafımı geri çekiyorum. burda okan'ın 'ezik' kelimesini daha sakin ve mütevazı anlamda kullandığını düşünüyorum. kıssadan hisse biraz geniş bir insan olmak, ota boka alınıp dellenmemek, kinayeleri ayırt etmek, esprileri anlamak, kısacası okuduğumuzu iyi deşifre etmek çok önemli. ha gayret, en azından doğacak çocuklarınız için gayret edin. sizden geçmiş olsa bile.
yemeler, içmeler, ne dedim lan benler,konserler, kıl oldumlar, ve hatta sıçmalar... kısacası aklımda olanlar ahanda bu blogta. buyrun okuyun, yorum yapın, paylaşın.
26 Ağustos 2014 Salı
22 Ağustos 2014 Cuma
türk işi ays buket. (ağır magazin içerir. dikkat!)

son olarak gıkını çıkarmadan büyük bir ciddiyetle kafasından aşşaa koca kupayı boca eden lady gaga'yı kutluyorum. siyasilerden de aynı hamleyi bekliyoruz. biz ise zavallı vatandaşlar olarak bütün bu yaşadıklarımız üzerine anca bir buzlu su içiyoruz. yarasın.
19 Ağustos 2014 Salı
amatör festival
türkiye'de tribünlere oynamak adettendir. her konuda, kendi yandaşlarını kaybetmemek adına kendilerini haklı, masum göstermek için yüksek perdeden bağırıp, demagojinin dibine vururlar. genelde arabesk bir davranış biçimi olarak gördüğüm bu yaklaşımdan oldum olası midem bulanmış ve yapanlara karşı da saygı duymamışımdır. geçtiğimiz hafta sonu, adalarımızdan birinde düzenlenen festivale giden seyircilerden bazı kendini bilmezler, gece ada halkını rahatsız etmişler, ateşler yakılmış, yollara sıçılmış, milletin evinin önüne kusulmuş e haliyle ufak tefek esnafla da sürtüşmeler yaşanmış. bütün bu olayların üstüne emniyet müdürlüğü gerekli güvenliği sağlayamayacağını düşünmüş ve organizasyonu yapanlarla ortak karar çerçevesinde festivalin 2. gününü iptal etmişler. tam da gitmeyi düşündüğüm gün duyduğum iptal haberi beni üzdü ve nedenlerini hem adada yaşayan arkadaşlarımdan hem de organize işlerini gayet iyi bilen, bu konudaki tecrübeleri sabit, fikirlerine ve sağduyusuna güvendiğim bir arkadaşımdan öğrendim. konuyla ilgili sadece ve sadece twitterdan ''eğer festival bitmişse, göt içi kadar adada bağırıp çağırıp milleti de rahatsız etme kardeşim. eğlen sonra da evine dön.'' yazdım. burda ne festivale, ne düzenleyenlere ait en ufak bir serzeniş ve bok atma yok. gel gör ki çok kadim bir grubun, kadim basçısı, herkesin abi dediği, bizim de aklından asla şüphe duymadığımız meslektaşımız benle birlikte iki, üç arkadaşımı hedef gösterip, festivale bok atmakla suçlamış. kendini savunma amaçlı yaptığı yazısında finalde de hepimizi affetmiş. sanırsın festivali karalamak adına, ada halkını naralar atıp biz uyandırdık, milletin kapısına biz kustuk. kırılan bira şişeleri varmış, halbuki festivalde sadece kutu bira satılmışmış. festival bittikten sonra bakkaldan da kutu bira alımını sağlamış herhalde bu arkadaş. velhasıl kelam ortada çok net bir olay var, fakat kadim basçı abi bunu göremeyecek kadar sinirli olduğu için nereye saldıracağını şaşırmış. yazdığı yazının altına da yandaşları hemen ''aslan abim, süper festti, kıskananlar çatlasın'' şeklinde methiyeler düzmüşler.
dünyanın her yerinde festivallerde, bağırış çığırış, kusma, sıçma, kavga olur diyen arkadaşlara da lafım var. tabii ki olur. o yüzden organizasyonu yapanlar konuyla ilgili her türlü güvenliği, temizliği boku püsürü sağlarlar. organizasyon işi profesyonel bir iştir ve beceriksiz insanların elinde faciaya dönüşür. kendi işimi kendim yaparım diyip, amatörlüğü savunursan sonuçlarına da katlanırsın. amatör bir ruhla profesyonelce çalışmaktır doğrusu abicim. finalde de ''her şeyi bana soracaksınız, bana. saksı değilim ben'' diye bağıran erol büyükburç misali, ''kızdım ben kapatıyorum konuyu gidiyorum'' diyemezsin. empati kur önce, yazılanları iyi deşifre et, mümkünse boyundan büyük başka işlere de karışma.
festival canavarı levent.
dünyanın her yerinde festivallerde, bağırış çığırış, kusma, sıçma, kavga olur diyen arkadaşlara da lafım var. tabii ki olur. o yüzden organizasyonu yapanlar konuyla ilgili her türlü güvenliği, temizliği boku püsürü sağlarlar. organizasyon işi profesyonel bir iştir ve beceriksiz insanların elinde faciaya dönüşür. kendi işimi kendim yaparım diyip, amatörlüğü savunursan sonuçlarına da katlanırsın. amatör bir ruhla profesyonelce çalışmaktır doğrusu abicim. finalde de ''her şeyi bana soracaksınız, bana. saksı değilim ben'' diye bağıran erol büyükburç misali, ''kızdım ben kapatıyorum konuyu gidiyorum'' diyemezsin. empati kur önce, yazılanları iyi deşifre et, mümkünse boyundan büyük başka işlere de karışma.
festival canavarı levent.
18 Ağustos 2014 Pazartesi
Mike Love Band- "Barber Shop"
bu sabah tesadüfen karşılaştığım bu gruba bayıldım ki pek reggae sevmem. mike love hawaii'de doğmuş, zaten oranın folklorik ögeleri müziğine de yansımış. sayfasında vegan olduğunu belirtmiş. yaptığı müziği dinleyince ne kadar iç huzuruna erdiğinin farkına varıyorsunuz. hastasıyım böyle insanların. jah.
15 Ağustos 2014 Cuma
terapisti boşver motor al
motosiklet kullanmak iyidir. çevreye daha az zarar verirsiniz, park sorununuz olmaz, yakıt olarak daha hesaplıdır, trafiğe fazla takılmazsınız, kendinizi daha özgür hissetmenizi sağlar, rüzgarı, ağaçları ve toprağın kokusunu hissedersiniz. dünyanın en güzel, en zevkli, heyecanlı ve mutluluk verici aktivitelerinden biridir motor sürmek. dertlerinizi unutturur, kan dolaşımınızı arttırır, hayatın güzelliklerini, renklerini, anlamını kavramaya başlarsınız. korkularınızla yüzyüze gelirsiniz ve üstüne sürersiniz. dertlerinizin üstüne sürersiniz, kavgalarınızın üstüne sürersiniz, utangaçlığınızın üstüne sürersiniz, monotonluğun üzerine sürersiniz. sizi bu hayattan soğutan her ne varsa üstüne sürebilirsiniz. trafikte söylenerek yitirdiğiniz zamanların, motor kullanmamak için bulduğunuz bahanelerin hepsini çöpe atmanız için tek yapmanız gereken cesaretinizi toplamak ve motora binmek. bundan pişman olmayacağınızın garantisini verebilirim.
eğer hala, 'bu ülkede motora mı binilir?', 'üstüne sürüyorlar', 'korunaklı değil' gibi bahanelerin altında ezilmekle vakit geçirenlerdenseniz, bizim yolumuzu kapatmayın, yanımızdan nerdeyse sürtünerek geçmeyin, yakın takip etmeyin, makasa almayın, bizimle kapışma cüretini göstermeyin ( en hıyar motor bile ilk tıkanıklıkta yanınızdan 20 km ile sizi sollayacaktır), yağışlı havalarda birikmiş sulardan ayı gibi geçip motorcuyu zor durumda bırakmayın, kuryelerle, nizami motor kullanıcılarını bir tutmayın, kurye bile olsa o da candır gençliğine verin ölmesine sebep olmayın, motor yerlerine parketmeyin ve bizi FARKEDİN!..
derler ki;
eğer bir günlük mutlu olmak istiyorsan, iç.
eğer bir yıl mutlu olmak istiyorsan, evlen.
eğer bütün hayatın boyunca mutlu kalmak istiyorsan, motor kullan.
siz otomobilinizle hava atmaya devam edin, biz de hava almaya devam edelim. sağlıcakla kalın.
13 Ağustos 2014 Çarşamba
görmüyorum o halde yerim
fast foodlarda yediğiniz kanatların civciv olduğunu biliyor musunuz? peki tavukların çabuk büyüsünler diye hormonlu ve hareket edemeyecek şekilde beslendiklerini. ya nuggetların yapımında ayak ve kafa hariç bütün iç organların olduğunu... sosis yapımının tarifini sizlerin hayal gücüne bırakıyorum. güzel. şimdi kedinizin başını okşayın ve hayvanseverliğinizle gurur duyun.
günlük yaşantımızda çabucak bir şeyler atıştırıp zamandan kazanmak için fast foodlardan çıkmıyoruz. kötü beslenme bir kenara, hastalığa davetiye çıkaracak bu beslenme şekli en başta çocuklarımızı da tehdit ediyor. sosyal medyada tüm geyik konuşmaların, binlerce hit aldığı bu tip mevzuları işimize gelmediği için es geçiyoruz. ''görmüyorum o halde yerim'' mottosu işimize geliyor çünkü. kimseyi vejetaryen ya da vegan olmaya çağırmıyorum. olanlara ise sonsuz saygım var. ama hayvan katliamını azaltmak yine biz insanlığın elinde diye düşünüyorum. burger king, mc donald veya kfc gibi sektörün azılı hayvan katillerini boykot edebiliriz mesela. geçen seyrettiğim sosis yapımında, canlı yavru domuzları bıçkı makinesinde parçalara ayırıp, finalde bütün iç organlarıyla püre haline getiriyorlar ve paketliyorlardı. o hayvanların can çekişerek ölümünden biz sorumluyuz. bu kadar tüketirsek herifler de bizim gırtlağımıza daha çok tavuk gagasını veya domuz bağırsağını sokmak için debelenir haliyle. bilmediğiniz şeyleri anlatmıyorum, ama kedi ve köpeklere gösterdiğiniz ilgi bana antipatik gelmeye başladı. bu ne perhiz ne lahana turşusu. senin kedini veya köpeğini tayland'da, kore'de yiyorlar bacım. aksaraydaki şizofren kadını, öldürdüğü kedi yüzünden, bağırsaklarını deşmeyi düşünüyorsun... tayland'a ne zaman atom bombası çakarsın bilmiyorum artık.
bir düşün bakalım neler yapılabilir?
sevgiler.
günlük yaşantımızda çabucak bir şeyler atıştırıp zamandan kazanmak için fast foodlardan çıkmıyoruz. kötü beslenme bir kenara, hastalığa davetiye çıkaracak bu beslenme şekli en başta çocuklarımızı da tehdit ediyor. sosyal medyada tüm geyik konuşmaların, binlerce hit aldığı bu tip mevzuları işimize gelmediği için es geçiyoruz. ''görmüyorum o halde yerim'' mottosu işimize geliyor çünkü. kimseyi vejetaryen ya da vegan olmaya çağırmıyorum. olanlara ise sonsuz saygım var. ama hayvan katliamını azaltmak yine biz insanlığın elinde diye düşünüyorum. burger king, mc donald veya kfc gibi sektörün azılı hayvan katillerini boykot edebiliriz mesela. geçen seyrettiğim sosis yapımında, canlı yavru domuzları bıçkı makinesinde parçalara ayırıp, finalde bütün iç organlarıyla püre haline getiriyorlar ve paketliyorlardı. o hayvanların can çekişerek ölümünden biz sorumluyuz. bu kadar tüketirsek herifler de bizim gırtlağımıza daha çok tavuk gagasını veya domuz bağırsağını sokmak için debelenir haliyle. bilmediğiniz şeyleri anlatmıyorum, ama kedi ve köpeklere gösterdiğiniz ilgi bana antipatik gelmeye başladı. bu ne perhiz ne lahana turşusu. senin kedini veya köpeğini tayland'da, kore'de yiyorlar bacım. aksaraydaki şizofren kadını, öldürdüğü kedi yüzünden, bağırsaklarını deşmeyi düşünüyorsun... tayland'a ne zaman atom bombası çakarsın bilmiyorum artık.
bir düşün bakalım neler yapılabilir?
sevgiler.
12 Ağustos 2014 Salı
good evening sir
sene bilmem kaç londra'da geziniyorum. piccadily, soho, hele ki camden town favori yerim, çünkü bit pazarı gibi yerler var. portobello muydu yoksa bit pazarının olduğu yer? aman her neyse, ne de olsa biri beni düzeltir. türk olmanın en güzel yanı her şeyi düzeltmemiz. konudan konuya atlıyor gibi olacak; roma'dan gelmişim, yine fi tarih. öğrenciliğim yeni bitmiş. o zaman benim kız ufak. çocuk arabası almak için mağazaya girdik. chicco model olan hoşuma gitti. ''chicco (kikko okunur) ne kadar?'' diye sordum. tezgahtar öğretmenlikten terk olacak, bedelini söylemek yerine hemen beni uyardı. ''çikko o''. karşısında 5 senedir roma'da kalmış, italyan lisesinde okumuş bir adama italyanca öğreten bir tezgahtar, hastasıyım. hayır farzet ki yanlış söyledim. ''çükko'' desem bile, sen yine de fiyatını söylesene. sana mı kaldı italyanca hocalığı? o zaman gençlik başımda duman, şimdiki gibi tahammül ne gezer? kızın suratına gülerek ''vaffanculo'' demişim. kız da ''ondan yok'' filan diyor. moronluk abidesi.
neyse londra diyordum. harrods mağazaları pek bir meşhurdur. hazır önünden geçerken içeri daldım. mağaza dediğime bakmayın. bizdeki gibi cam ve demirden oluşmuş boy aynası gibi yapılardan bahsetmiyorum. bildiğin müze gibi bina. 1800 lü yıllarda kurulmuş, baya tarihi olan bir yapı. tarih, sanat, aydın toplum, medeniyet vs birleşince her boka yansıyor haliyle. adam da buckingham sarayı var. bize fırsat verseler dolmabahçe sarayının yanına da simit sarayı açarız. asıllarını korumak varken, tarihi dokumuzun içine sıçıp, tabelaya bir de yabancı bir isim koydurduk muydu tamamdır. sahibinin türkçeyi bile doğru dürüst konuşamadığı, iki kelimeyi bir araya getiremediği yerde adamın dükkan ismine bakıyorsun; simitchi, börekchi, my world ağaoğlu mesela. ağaoğlu sular seller gibi ingilizce konuşur siz bilmezsiniz.
dönüyorum harrods'a. birbirinden şık dükkanlara bakarak geziniyorum. puro dükkanına rast geldim. o zamanlar sigarayı yeni bırakmışım, keyif olsun diye arada sırada puro içiyorum. vitrinde o kadar güzel puro kutuları var ki, bir tane kaparım diye içeri girmemle, yanlış bir karar verdiğimi anladım. en azından daha düzgün bir kıyafette olmam gerekiyor diye düşündüm. tezgahta duran adam bildiğin lord. ben hayatımda böyle düzgün ütülenmiş bir pantolon görmedim. çizgisi o kadar net ki, elma dilimlersin. adamın üstünde frak var yahu! prens charles diye yuttursalar adamın önünde diz çökerim, o derece. girmiş bulunduk bir kere. adam beni dilenci sanıp kapıyı gösterse rahatlıyacağım ama o da ne ''good evening sir'' filan diyor. altımdaki pantolon woodstock festivalinden kalmış gibi, tshirt ise anlatmaya değmez, adam bana ''sir'' diyor. potansiyel olarak buradan puro kutusunu bırak bir adet kibrit çöpü dahi alamaz görünümdeyim. fiyatlara göz gezdirince sadece görünümde kalmadığımın ben de idrakine vardım. 1600 pound bir puro kutusuna veremeyeceğim. adam tam arkasını döndüğünde sıvışırım filan diye düşünüyorum. süzülerek kapıdan çıkarken adam tabi ki enseledi ve en kibar haliyle ''good evening sir'' ü yine çaktı. ''see you'' filan gibi bir şey geveleyerek çıktım dükkandan.
keşke bir tane puro alsaydım bari diye düşündüm. en ufağından, en hesaplısından. şöyle bir maltla tüttürür keyif yapardım. cebimden bir tane cafe crem çıkarıp yaktım ve yoluma devam ettim. kağıt mağıt bu da fena değil yahu. niyet önemli.
neyse londra diyordum. harrods mağazaları pek bir meşhurdur. hazır önünden geçerken içeri daldım. mağaza dediğime bakmayın. bizdeki gibi cam ve demirden oluşmuş boy aynası gibi yapılardan bahsetmiyorum. bildiğin müze gibi bina. 1800 lü yıllarda kurulmuş, baya tarihi olan bir yapı. tarih, sanat, aydın toplum, medeniyet vs birleşince her boka yansıyor haliyle. adam da buckingham sarayı var. bize fırsat verseler dolmabahçe sarayının yanına da simit sarayı açarız. asıllarını korumak varken, tarihi dokumuzun içine sıçıp, tabelaya bir de yabancı bir isim koydurduk muydu tamamdır. sahibinin türkçeyi bile doğru dürüst konuşamadığı, iki kelimeyi bir araya getiremediği yerde adamın dükkan ismine bakıyorsun; simitchi, börekchi, my world ağaoğlu mesela. ağaoğlu sular seller gibi ingilizce konuşur siz bilmezsiniz.
dönüyorum harrods'a. birbirinden şık dükkanlara bakarak geziniyorum. puro dükkanına rast geldim. o zamanlar sigarayı yeni bırakmışım, keyif olsun diye arada sırada puro içiyorum. vitrinde o kadar güzel puro kutuları var ki, bir tane kaparım diye içeri girmemle, yanlış bir karar verdiğimi anladım. en azından daha düzgün bir kıyafette olmam gerekiyor diye düşündüm. tezgahta duran adam bildiğin lord. ben hayatımda böyle düzgün ütülenmiş bir pantolon görmedim. çizgisi o kadar net ki, elma dilimlersin. adamın üstünde frak var yahu! prens charles diye yuttursalar adamın önünde diz çökerim, o derece. girmiş bulunduk bir kere. adam beni dilenci sanıp kapıyı gösterse rahatlıyacağım ama o da ne ''good evening sir'' filan diyor. altımdaki pantolon woodstock festivalinden kalmış gibi, tshirt ise anlatmaya değmez, adam bana ''sir'' diyor. potansiyel olarak buradan puro kutusunu bırak bir adet kibrit çöpü dahi alamaz görünümdeyim. fiyatlara göz gezdirince sadece görünümde kalmadığımın ben de idrakine vardım. 1600 pound bir puro kutusuna veremeyeceğim. adam tam arkasını döndüğünde sıvışırım filan diye düşünüyorum. süzülerek kapıdan çıkarken adam tabi ki enseledi ve en kibar haliyle ''good evening sir'' ü yine çaktı. ''see you'' filan gibi bir şey geveleyerek çıktım dükkandan.
keşke bir tane puro alsaydım bari diye düşündüm. en ufağından, en hesaplısından. şöyle bir maltla tüttürür keyif yapardım. cebimden bir tane cafe crem çıkarıp yaktım ve yoluma devam ettim. kağıt mağıt bu da fena değil yahu. niyet önemli.
10 Ağustos 2014 Pazar
oy oy ekmelim. nedir bu güzellikler nedir bu güzellikler

8 Ağustos 2014 Cuma
Shuffler - Hit Me With Your Rhythm Stick / Alphabet St - Live Studio Ses...
ilk parça ian dury & the blockheads parçasının süper bir yorumu. orjinal bas rifi norman watt-roy'un. jamiroquai'dan tanıdığımız paul turner'ın enfes 'groove'uyla daha da leziz bir hale gelmiş. dinleyin derim : ))>
7 Ağustos 2014 Perşembe
önce dövme sonra tövbe

abdurrahman adındaki sevgilisinin adını, yüzük parmağına yazdırmak isteyenleri de. bir de portresini çizdir istersen serçe parmağına. mikro cerrahi mi lan bu? dövmeden bihaber, sadece dövmem olsun kafasıyla bu tip dövme yapılmaz. adam gelmiş, göğsüme kartal istiyorum diye, elini de 1 karış açmış, üstüne de ekliyor ''sıkılırsam nerde sildirebilirim?'' dereyi görmeden paçaları sıvaması yetmemiş, donunu da çıkarmış. git bir hamama, sıkı bir kese attır, çıkar hemşerim. yahu eşşek kadar kartalı yaptırana kadar sana direkt kıçına eşşek dövmesi yapalım, tam sildiremezsen ah benim eşşek kafam diye dövünürsün.
dövme bütçesi de ayrı bir konudur. istedikleri dövmenin fiyatını duyduğunda ''aa çok pahalı alt tarafı şuncacık bi şi çizilcek'' diyenlere tavsiyem, ömrünün sonuna kadar vücutlarında taşıyacakları bir dövmenin ucuz olamayacağını kafalarına sokmalarıdır. meşhur dövme atasözü ne der? 'ucuz dövme güzel olmaz, güzel dövme ucuz olmaz.'

dövmelenmek istiyorsanız dediklerimi kaale alın, kafanızın karışmasını istemiyorsanız fazla kişiye de danışmayın. dövme size özeldir, sizin için büyük anlamı olan, başkaları için hiç bir değer taşımayabilir. balıkçıysanız olta resmi sizin için çok esprili olabilir ama, çok saf biri için hakaret olarak algılanabilir. denizatı yurt dışında biseksüelleri temsil ediyormuş mesela. çok maço bir tipseniz, sırf şeklini sevdiniz diye kolunuza denizatı yaptırırsanız, otobüsteki adam size niye göz kırpıyor diye kafa atmayın. şaka bir yana, dövmede çoğu figürün, motifin, hayvanın bir anlamı vardır. kimi gücü temsil eder, kimi şansı, kimi sevgiyi... demek ki neymiş? araştıracaksınız kardeşim. dersinizi iyi çalışacaksınız. 'only god can judge me' yaptırmış 3 milyonuncu kişi olmak istiyorsanız o zaman size diyecek bir lafım yok.

ve son olarak dövme günah değildir, abdest de tutar. konuyla ilgili diyanetten onay aldım.
olmadı ne diyoruz? önce dövme sonra tövbe...
peki bütün bunları yaptıktan sonra hangi stüdyoyu tavsiye ediyorsun diyenlere ahanda adres:
http://www.elephant-tattoo.com/
6 Ağustos 2014 Çarşamba
açık büfeye taarruz

ayağımın altında kedi miyavladı, ''tatiline bak amma söylendin'' diyor. haklı. tabağımdaki salamı ona verdim. kulak arkası yaptı, tokmuş ''sonra yerim'' dedi. iyi fikir. poğçamı peçeteye sarıp, çantama attım. afyonum patlasın hele, dışarda bir yerde demli çayla, poğçamı yerim artık.
5 Ağustos 2014 Salı
sağ yap topla gel, müziği kıs da gel
4 Ağustos 2014 Pazartesi
güneşlenen havlular
harika bir hava hafif esintili, deniz cam gibi, plaj bomboş, kalbim güm güm, scooterı acele değil ama yavaş yavaş parkedip, şıpıdak şıpıdak yürüyerek sahile iniyoruz. gölgede bir çift şezlong beğeniyoruz. ama o da ne? çizgili bir plaj havlusu şezlongta sere serpe yatıyor. bir başka şezlonga yöneliyoruz, orda da durum farklı değil. ferrari sponsorlu havlu, güneşin altında ıstakoz gibi kıpkırmızı olmuş. yere uçmuş beyaz peştemali üstüne seriyorum, homurdanıyor. insan olarak bir biz, bir de garson var. havlular her renk, her cins, her kalite. kimi özdilek, kimi hilfiger yan gelip tatilin tadını çıkarıyorlar. sahipleri sanırım geceden kalma. garsonu çağırıyorum. boş yer soruyorum. ''yok abi'' diyor. sahipleri gelene kadar havlulara bakıyormuş. ''burası piçleşmiş'' diyorum. ''evet abi burası beach'' diyor. ''kaçta gelir bunların sahipleri'' diye söyleniyorum. 12:30 a kadar tutuyormuş. ''saat kaç peki şimdi'' üstelemeye devam... ''daha erken saat 11'' diyor. saate bakıyorum on dakkaya süre doluyor herifçioğlu evde yok. masaya oturuyoruz, bir havlu denize uçar da boğulur, biz de şezlongu kaparız ümidiyle çay ısmarlıyoruz.
.jpg)

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)