bodrum'u ne kadar çok sevdiğimi bütün arkadaşlarım bilir. insan sevdiğini başkalarıyla paylaşmayı da pek sevmiyor zaman zaman. nitekim bodrum'a yerleşen bazı kardeşlerimiz de en entelektüel, en hayvansever ve en çevreci duygularla bilhassa 34 plakalı vatandaşlarımıza ''go home'' tadında yaklaşımlarda bulunabiliyor. çünkü onlara göre, tatil insanı çevreyi kirletiyor, hayvanlara tekme atıyor, en ciks mekanlara gidip koca cipleriyle trafik oluşturuyor, denize işiyor vs. sanırsın dor'lar ve karya'lılardan beri bu topraklarda yaşamış. yahu sen de büyük şehirden geldin. sorsan bodrum'un tarihini bilmeyen insanlar, topu topu 2 ay gibi bir sürede beldeyi dolduran insanlara tu kaka muamelesi yapıyor. yılın 10 ayı bomboş kumsallarda bira içip keyfini sürdüğümüz güzel köyümüzün de para kazanmaya hakkı var sevgili kardeşim. ayrıca bizim insanımız zaten pis. bodrum'un her tarafı inşaat. dolayısıyla doğulu kardeşlerimiz çalışmak için buraya göç etmiş. adam harç karıyor, çivi çakıyor akşama da gümüşlüğün, yazın adam başı 200 tl verip keyif çattığı yerde bira içip şişesini denize atıyor. van, diyarbakır bodrum otobüsü var lan burda. akyarlar bodrum minibüsünden daha fazla servise çıkıyor. adam yılın 12 ayı burda hem. istanbulluya bok atacağına bu kardeşlerimizi eğit. hadi onu da geçtim eline bir torba alıp sahilden çöp topladın mı mesela hiç? bodrumlu ustalarımızın yerlere attığı sigara izmaritlerini atmamaları için ikaz ettin mi? sahile kuma hiç sigara izmaritini saplayıp gitmedin mi? salt sevmekle olmuyor bu işler.
kendime de söylüyorum. yok öyle kuru kuru bodrum'u sevmek. evine misafir geldiğinde napıyorsun? arkasını topluyorsun. o zaman köyümüze gelen misafirlerimizi de olduğu gibi kabul etcez, arkasını toplicez. iyisi de var kötüsü de var. ben buraya tatile gelene acıyorum ya ayrıca. adam bütün sene trafikte gebermiş, kapalı, havasız ofislerde çürümüş, metrolarda metrobüslerde tıklım tıkış hergün yol yapmış. şurda topu topu 1 hafta tatil yapcak. yazık ya. bir de her aileye en az bir veya 2 çocuk kampanyası, tatile mi geldik çocuk bakmaya mı belli değil. biraz empati beyler.
ama köpeklere tekme atıyorlar, karettaları rahatsız ediyorlar argümanlarını da bir kenara bırakın. sapık her yerde sapık. sadece yazın olmuyor bu dedikleriniz. sanırsın hergün hayvan katliamı yaşanıyor. ulan başta belediye zehirliyo hayvanları. gidin o kurumla savaşın, gerekli önlemleri alsınlar.
160 bin olan nüfus (ki bence kışın bunun 4 misli insan vardır burda) yazları 2 milyon oluyor. herifler ''bişi mi dedin hemşerim'' diye köye saldırsa taş taş üstüne bırakmazlar.
bütün bunlar, hiç bir iş yapmayıp bencillikten oluyor kimse kusura kalmasın. yazın aç bakiim bir elişi standı, kendi yaptığın malları sat, 300, 500 kazan ondan sonra yine hala ''gelmeyin lan buraya'' diyorsan o zaman ben de susacam. yok öyle bedavadan bohem hayat pardon.
ne dedim lan ben
yemeler, içmeler, ne dedim lan benler,konserler, kıl oldumlar, ve hatta sıçmalar... kısacası aklımda olanlar ahanda bu blogta. buyrun okuyun, yorum yapın, paylaşın.
17 Ağustos 2017 Perşembe
20 Temmuz 2017 Perşembe
bodrum rock festivali (nemrud'un katılmama sebebi)
önce bağzı rockçu kardeşlerimiz çok matah bir şeymiş gibi, başka rock festivallerini itin götüne sokup, ilk kez yapılacak bu festivalin iyi niyetle reklamını yapmaya çalıştılar. festivalin ağır topu olmak için can atan bu kardeşlerimizin yaptıkları büyük hatayı daha ayrıntılı anlatacağım.
biz nemrud olarak sadece sözel olarak yani prensipte anlaştığımız halde adımızı festival listesinde gördük. hatta organizatör arkadaşların ne kadar işinin ehli ve titiz olduklarını anlamak açısından adımızın nemrud değil nemrut olarak afişte yazıldığını da buraya not düşeyim. sadece biz değil mesela ogün de bu işten ağzının payını almış onun soyadı da sanlısoy yerine şanlısoy olmuştu. sinek ufaktır ama mide bulandırır diye haybeye dememişler. bu arkadaşların sözcü olarak beni aramamaları üzerine ve sözleşme yapmadan adımızı kullandıkları için sosyal medya üzerinden bu festivale katılamayacağımızı bildiren bir yazı yayınladık. o ana kadar ulaşamadığımız organizatör arkadaşlar iki saat içinde bize dönüş yapıp çok meşgul olduklarını ve hemen konuyu düzelteceklerini bildirince biz de yine iyi niyetli davranarak yeni bir yazı yayınladık. dolayısıyla anlaşmanın sağlanacağını düşündük. haziran sonu yaptığım ısrarlar sonucu bana email yoluyla sözleşme gönderildi. hemen print alıp sözleşmeyi imzalamak üzere arkadaşlara bir mesaj atıp en kısa zamanda buluşma teklif ettim. bu mesajıma tabii ki cevap gelmedi. o arada gür akad tarafından bestelenen festival parçasını emre önbayraktar'ın stüdyosunda hiçbir karşılık beklemeden baslarını çaldım. gür ve emre hem çalıp hem söyleyip editlerini yaptılar. o günün akşamı havuz başında parçayı merak eden arkadaşlar nedense hemen yanıbaşımızda bittiler. kakara kikirimizi de yaptık. her şeye rağmen bu iyi niyetimizin suiistimal edileceğini inatla düşünmeyen ben, ertesi günü için sözleşmeyi imzalamayı ve çok kısa bir süre kaldığı için otel bilgileri ve uçak biletlerinin gönderilmesini talep ettim. ''sıkıntı yok'' tadında bir cevaptan sonra 1 hafta yine karabatak moduna giren bu arkadaşlarımızdan ses gelmeyince telefonla aradım. akşam buluşuruz, hallederiz sorun yok vs. modu bir konuşmadan sonra 1 hafta boyunca ne arandım ne de soruldum. sözleşmede belirtilen hiçbir şart yerine getirilmemiş ve ''bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete'' tadında bir durum vardı. bu arada festivalin başlamasına tam bir hafta vardı ve ne avansımız ne transferlerimiz ve hatta ne de otel bilgileri bildirilmemişti. bu durumda nemrud olarak yaptığımız toplantı sonucu festivale asla ve kat'a katılmama kararı aldık. 2. kez bir yazı daha yayınlayıp bu durumu açıkladık. tahmin edeceğiniz üzere haftalardır arayıp sormayan organize birlik yarım saat içinde beni arayıp festivallerini ne hakla kötülediğimizi ve egolarımızın yüksek olduğunu ve sorun paraysa hemen verebileceklerini söylediler. ne yazık ki bu arkadaşlarımız hala bizim işimizi sadece ve sadece profesyonelce yaptığımızı anlayamamışlar. tüm bunlara bu kadar tolerans gösterdiysek onun sebebi de rock adına iyi bir şeyler yapılmasını istememizden kaynaklanıyordu.
şimdi başa dönecek olursak bizle böyle konuşma cesaretini alma nedenleri çoğu grubun, ne olursa olsun sahne alalım, adımız billboardlarda gözüksün, maksat firma tanınsın ezikliğinden kaynaklanıyor. arkadaşlar eğer bu kadar festival meraklısıysanız siz birleşin kendiniz yapın festi. line up zırvalığına hiç değinmiycem yoksa çok üzülürsünüz. onu seyircilerin insafına bırakıyorum. rock on!
2 Ekim 2016 Pazar
''bodrum da yazın çok kötü be abi!''
kendimi bildim bileli bodrum'u sevmişimdir. eski halini bildiğim için o güzelim değirmenlerle süslü tepelerinin zaman içinde tek tek dolmasını da üzüntüyle seyrettim. o mis kokulu mandalina bahçeleri olan köy evlerinin çoğu ya otel ya da site oldu. ilk yerleşen entelektüel şehir insanları yörenin dokusunu bozmadan evler yaptılar, gayet zevkli döşediler. kimi cam kenarlarını çivit mavisine boyadı, kimi pencerelerine ahşaptan panjurlar yaptı. evlerin bahçelerinde bodrum'un taşı olan kayraklar kullanıldı, kapılar bodrum boncuklarıyla rengarenk süslendi. kıyafetler bile değişti. kadınlar gümüş ağırlıklı takılar ve rahat ama bir o kadar da renkli giyinirken erkekler bütün kışı sadece 2 tshirt bir şortla geçirdiler. şehirdeki bıkmışlığın, tükenmişliğin, monotonluğun yerini hoş sohbetler, danslar ve kahkahalar doldurdu. bodrum'un değişmeyen yegane şeyi de hala bu bence. yazın turist olarak gelen şehir insanının bunu görmesine ve anlamasına imkan yok. o şehirdeki eğlenme şeklini, yaşam formatını da buraya taşıma eğiliminde. çünkü buna kodlanmış ve parametrelerini değiştirme ihtiyacı hissetmiyor. yine bütün kış sürekli küfrettiği trafiği bodruma taşıyor, saatlerce bodrum'un dar sokaklarında trafikte zaman harcıyor. park yeri bulmak için taklalar atıyor. bulduğu yerde de kafasına dikilen kahyaya cukkaları bayılıyor. barlar sokağında omuz omuza yürüyor. kendi zevksizliğini buraya taşıdığı için dükkanların da formatı değişmiş. yan yana 5 liraya çakma tshirt satan zevksiz dükkanlara baka baka vakit öldürüyorlar. halbuki arabasının arkasında bisiklet getirse veya scooter kiralasa hepsinden geçtim güzelim havayı içine çeke çeke yürüse hem hımbıllığından hem de stresinden bir süreliğine de olsa kurtulacak haberi yok. örnekleri çoğaltabilirim ama canınız sıkılır. tabi bütün bu harala gürele haziran ve ağustos ayları arasındaki 3 ay içerisinde olup bitiyor. sonrasında sarı yaz denilen dönem başlıyor. bodrum ahalisinin en sevdiği, gelen turistin de daha aklı başında olduğu sakin bir dönem bu.
şimdi sadede gelirsek; bizim taşınmamızla ilgili yüksek fikirlerini esirgemeyip ''ama yazın da bodrum çok kalabalık ve çekilmez oluyor'' diyen tanıdık veya tanımadık herkese bu 9 aylık sakin dönemi nasıl geçirdiğimizi tahmin etmelerini ve düşünmelerini rica ediyorum. o 3 aylık bodrum keşmekeşinde ise evimizin veya dostlarımızın bahçesinde gayet huzurlu ve bol muhabbetli vakit geçireceğimizden şüpheniz olmasın. bizim için kaygılanmayın, çünkü biz sizin için dikkat edersiniz kaygılanmıyoruz. ayrıca bodrum, barlar sokağından veya gümüşlükten ibaret değil. büyük düşünün ve kendi hayatınızı tekrar gözden geçirin. kaygılanacaksanız bu kendi hayatınız olmalı. haset kötü bir şey.
1 Ağustos 2016 Pazartesi
bir garip yol hikayesi
geçtiğimiz hafta sonu arkadaşlarımızla haftasonunu değerlendirmek üzere motorlarla dedeağaç'a gitmeye karar verdik. 2 günlük tatilimizi en huzurlu, en ekonomik ve en lezzetli biçimde geçirdiğimiz bir belde kendileri. hatta çoğu bizim gibi motorcunun şile'ye gitmektense alex'e gitmesinin nedeni de bu olsa gerek. yol öncesi hazırlık çok önemlidir. pasaport, yeşil kart, ehliyet, bavul tanzimi, şortlar havlular, fazla yer olmadığı için 2 don 2 tshirt sorunsalını da hallettiniz miydi yola çıkmaya hazırsınız demektir. cumadan yola çıkacağımız için köprü üstünde buluşup, bir tanecik sevgilimi de işinden alıp ipsala'ya doğru hareket edeceğiz. evden çıkarken demin yukarda saydığım kontrolleri yaptım. çanta motora adapte edildi, kasklar alındı, döviz cüzdanda, pasaportlar ve belgeler çantada, sevgilim tarafından ''aman motor montumu unutma!'' ikazı ile montu da çantaya koyup yola koyuldum. çok sıcak olduğu için kendi montumu giymedim, buluşacağımız noktaya yaklaştığımda içime bir şüphe düştü. sanırım kendi montumu almamış olabilirdim. nitekim almamışım eve dönmektense nispeten köprüye daha yakın olan arkadaşımın evine dönüp onun montunu aldık. moralimizi bozmaya gerek yok, her işte bir hayır vardır diyerek yarım saatlik bir sapmayla tekrar yola koyulduk. keyfimizi hiç bir şey bozamaz. toplamda zaten yapacağımız takribi 300 km. neyse çok uzatmayayım, gayet makul bir saatte gümrüğe vardık. harç pullarımızı alıp sıkıntısız bir şekilde yunan kapısına geldik. gerekli belgeleri polise verdim. adam ehliyetimi istedi, ''hemmen'' deyip cüzdanıma el attım ama nooluyo lan? cüzdanımda hgs kartı ve 1 ad. kredi kartı ile dövizciklerim var. o göt içi kadar cüzdanın içinde nereye gitti lan bu ehliyet? en az 10 kez hgs kartını bir o kadar da kredi kartını evirip çeviriyorum ikisi de ehliyete dönüşmüyor. adama ağlak suriyeli dilenci edasıyla ''ehliyetimi evde unutmuşum'' dedim. ''iyi şimdi geri dön al'' dedi. kafama sıçayım. herhalde gümrüğe ehliyetsiz gelen ilk türk olarak tarihe geçecem. montu unutarak başladığım seyahat günlüğümün dozunu arttırıp, ehliyeti evde bırakarak zirve yapmış bulunmaktayım. arkadaşlarla vedalaşıp kösün kösün türk gümrüğüne geri döndük. amacım bir şekilde turingten yeni ehliyet çıkarmak. pes edecek halim yok. kapıda beni tanıyan görevli çocuklar sağolsun çok yardımcı olmak istediler. hatta motoru parka çekip turingten hallet biz seni yine burdan sokarız bile dediler. allah razı olsun da ehliyet olmadığı için turingteki adam da bir işlem yapamıyor. sevgilimin a2 ehliyeti var ama koca motoru yunan polisinin önünde kullanabilecek mi ondan emin değiliz. en sonunda ipsala merkeze dönüp emniyetten belge almaya karar verdik. emniyetteki nöbetçi polis arkadaş sağolsun belgemi düzenledi ve tekrar gümrüğe geri döndük. herşey sil baştan, harç pulu tekrar alındı. polisler şaşkın. ''abi sen 2 saat evvel giriş yapmadın mı ya?'' filan diye soruyorlar. kepazelik anlayacağınız. utandığımı gören görevli ''abi biz neler görüyoruz, adam taa almanya'dan ruhsatsız gelmiş girmeye çalışıyordu'' diye beni rahatlatmaya çalışıyor. değişik hisler içersindeyim. aynı işlemleri tekrar tekrar yapıyoruz. plakayı söyle, pass ver, tekrar plakayı söyle, askerleri selamla, tekrar yunan kapısı ve hala aynı polis görevde. adam bizi görünce ''hallettiniz mi?'' deyip gülümsüyor. benim suratımda öyle veya böyle durumu kurtarmanın da getirdiği rahatlıkla öyle bir gülümseme yerleşmiş ki, nerdeyse sarılıp polisi öpcem. 3 buçuk saatlik rötarla giriş yapıyoruz. ilk hedef alexandrapouli. hemen bir uzo açıp bu salaklığımı kutlamamız lazım. arkadaşlarla merkezde buluşup porto elia'ya çömüyoruz. sardalyası muhteşemdir yolunuz düşerse muhakkak yiyin. otelimiz bu arada merkeze 14 km uzaktaki loutros'ta.
sahibesinin 80 yaşlarında olduğunu tahmin ediyoruz. ama 16 yüzyıldan da kalmış olabilir. gözler kan çanağı gibi, yavaş yavaş yürüyor, inatla türkçe konuşmaya çalışıyor. arkadaşım ''bizi konuşarak öldürmeye çalışıyor olabilir'' diyor. bu arada bizim odamızı başka bir motorcu çifte biz sanıp vermiş. gecenin bir yarısı oda ayarlamaya çalışıyor. koridorlar karanlık, zeytinliklerin içersinde bir otel. kadın ayaklarını sürüyerek yürüyor ve sürekli konuşuyor. korku filmi çekilebilecek bütün argümanlara sahibiz. limonata yapiyim mi diye soruyor? ahanda zehirliyecek. septisizmin doruklarındayız. gecenin 2 sinde odanın içinden otel sahibini yarım saattir çıkarmaya çalışıyorum. en sonunda gidiyor da uyku moduna geçebiliyoruz. ertesi gün kahvaltıdan sonra plaja gitmek üzere yola çıkıyoruz. tam merkeze indiğimde sevgilime dönüp şu cümleyi kuruyorum. ''ya tatlım ben yeni aldığımız ehliyeti otelde unuttum''. ''.........''
6 Mayıs 2016 Cuma
mal satma kılavuzu
1- malınızın değeri alıcı tarafından belirleneceği için satmak istediğiniz rakamın üstüne pazarlık payı koymayı unutmayın.
2- makul olan pay, malın gerçek değerinin %10 altı olsun, çünkü teklif öyle öldürücü gelecektir ki sinirinizin hoplamaması için buna dikkat etmeniz çok önemli.
3- alıcının çeşitli bahanelerine hazırlıklı olun. ''yol parası, öğrenciyim abi, bütçem kısıtlı, sevgilime alacaktım '' gibi son derece banal cümlelerle gelen acındırma manevralarına kayıtsız kalın.
4- pazarlık iyi gitmediğinde bir sonraki aşama takas olacaktır. kendi malını ''sıfırdan daha temiz, üstüne bi miktar da ödeme yapiyim'' diyerek kakalamaya çalışacaktır. bu tip şuursuz cümleler sizi sarhoş edebilir aman dikkat.
5- her zaman alıcının malı değerli sizinki değersizdir. dolayısıyla sizi salak kendisini üstün zekalı görür. biz onlara ucuz kurnaz diyoruz. tatlı dille dalganızı geçin, kinayeleri anlama kapasiteleri çok düşüktür. eğlenirsiniz.
6- pazarlık sünnettir cümlesini kaale almayın. bu cümle dini alet ederek vicdanınıza sömürü yapmak için sarfedilmiştir. belirlediğiniz rakkamı ''sen tekrar sünnet bile olsan daha da aşağısına inmem'' diyerek korumasını bilin.
7- pazarlık sınırınıza sahip çıkın. malınızı 100 kişi isteyecek ama sadece sizin gibi düşünen bir kişi çıkıp alacak.
8- satış açıklamalarınıza ayrıntılı yazsanız bile bunlar başınıza gelecek o yüzden sinirinize hakim olun. öfke kontrolünüz yoksa ilaç alın. 20 punto kırmızı harfle TAKAS YOK bile yazsanız, misal sattığınız telefona karşılık, 'temiz nerdeyse hiç kullanılmamış termosifon ister misiniz!' teklifiyle karşılaşabilirsiniz.
9- sattığınız malı süslü kelimelerle ifade etmeniz müşteri potansiyelinizi arttırabilir. araba satarken 'siyah incimi satıyorum' 'batman de arabama tav oldu' gibi kıro sloganlar yazarsanız potansiyel apaçi müşterileriniz kapınızda kuyruk olacaktır.
10- şaka lan şaka sakın öyle bir şey yapmayın. zaten düzgün de yazsanız %80 profil bu. kanırtmaya gerek yok yani.
11- bu arada telefonumu satıyorum. fiyatı 700 tl. şu ana kadar 35 kişi 600 tl teklifinde bulundu. 650 de inatçıyım. arada uyuz olduğum için 670 vereni kaçırdım.pişmanım. kardeşim bu yazıyı okuyorsan gel al temiz telefon valla. sıfırdan daha temiz hatta. valla.
12 Nisan 2016 Salı
sokak müzisyenleri
''sokak çalgıcıları, bize hayatın fon müziğini icra eden sanatçılarıdır.''
buna benzer bir cümleyi nerden duydum bilmiyorum ama kesinlikle katılıyorum. öğrencilik yıllarımda roma'da ben de venezuelalı bir arkadaşımla beraber sokak çalgıcılığı yapmıştım. o dönemlerde ülkemizde pek varolan bir iş değildi sokak müzisyenliği. bunu iş edinen inanılmaz müzisyenler olduğu gibi daha vasat ama bir şekilde sadece bu yolla hayatını kazanıp dünyayı dolaşanların olduğunu biliyorum. dün bir yazı gözüme çarptı. bu yazıda yazar, vapurda müzik yapanların kafasını ütülediğini ve eğer dayatılıyorsa, sevdiği müziğin bile tacize dönüştüğünü yazıyordu. ben de yarım saat bile sürmeyen bir yolculukta 2 şarkı çalıp finalde de 3 kuruş kazanmaya çalışan bu insanlara tahammül etmenin bu kadar problem olmaması gerektiğini yazdım. meğer bu nasıl bir dertmiş ki çoğu arkadaşım bile bunun taciz olduğunu, kulaklık bile taksalar duyduklarını ve bundan rahatsız olduklarını dile getirdiler.
istanbul gibi kaosun, gürültünün, birbirinden kötü okunan ezanların, yükses sesle bağıra çağıra konuşan üniversite gençlerinin, ciyak ciyak bağıran arsız çocukların ve onları susturmaya çalışan ebeveynlerinin, satıcıların, inşaat seslerinin, bilumum kornaların, toplu taşıma araçlarında telefonla car car konuşanların ve daha aklıma gelmeyen binlerce absürd sesin içinde tahammül edilemeyen ve hepi topu 10 dakika süren müzik bizi birbirimize düşürdü. neymiş? çok kötü çalıyorlarmış. karga seslilermiş. enstrümanına hakim değillermiş. bana hiç bu kadar kötüleri denk gelmemekle birlikte bunlardan rahatsız olan arkadaşların rafine kulaklarına, ve yüksek kalite müzik bilgilerine bu denli zarar verdikleri için iplerinin çekilmesine gönlüm razı gelmiyor.
yurt dışında böyle bir şey başınıza gelse, muhtemelen smart telefonunuzun bütün hafızasını bu müzisyenlerin videosunu çekmeye harcarsınız. niye müzikte ilerleyemediğimizin sebeplerini uzakta aramayalım. bu çocuklar da çala çala daha iyi olacaklar. belki de bir on sene sonra inanılmaz sokak müzisyenlerimiz olacak. kimbilir zaz gibi bir çeşminaz da bizden çıkacak. bırakın gençler 10 dakikanızı çalsınlar, takın kulaklığınızı kendi müziğinizi dinleyin. o çok mühim telefonunuza 10 dakka sonra cevap verin. kitap okuyanların entellektüel seviyelerine 10 dakika kadar tecavüz edilecek ona ne yapılır bilemiyorum. eskiden vapurlarda satıcılar olurdu. burhan vardı mesela büyük pazarlamacı. adamın satış tarzı o kadar akıcıydı ki, dut yemiş bülbül kesilip 3 kuruşluk tarağın yanında verdiği 5 benzemezleri nasıl rahat sattığına tanık olurduk. o gider ardından başka satıcı gelirdi. kimi patates, domates soyan bıçak, kimi de portakal, limondan suyunu rahatça akmasını sağlayan plastik musluklar satardı. esnaf seviyormuşuz demek o zamanlar ki kimse ağzını açıp taciz ediliyoruz diye bir yazı yazmadı. kaldırın müzisyenleri meydan yine satıcılara kalsın. suriyeli dilencilere kalsın. bacağınızın üstüne karvizit bırakıp vicdan sömürüsü yapanlara kalsın. bize müstehak.
renkleri öldürmeyin arkadaşlar. yaşamdan zevk almaya bakın. bokunuzla kavga etmeyin. cebinizdeki o kalan 1 lirayı da bu arkadaşların müziğine katkı olsun diye verin mesela. onları mutlu ettiğinizde siz de mutlu hissedeceksiniz. deneyin bi.
21 Mart 2016 Pazartesi
beyaz kuğu
sevgili blog takipçilerimin dikkatine;
beyaz kuğumu satıyorum. selesinde 6 kedi barındırmış olup tam bir hayvan barınağı özelliklerine sahiptir. kedi sidiği parfümü lastiklerde hissedilebilir. güneşlenmek için arka bagaj üstü kedilerin vazgeçilmezi olmuştur. eski selesinde tırmık egzersizleri yoğun olduğundan yenisi alınmış ve üstü örtüyle muhafaza edilmiştir. bu sayede kedi tüylerinin de havada uçması engellenmiştir. aynı zamanda daha sıcak pofuduk bir kürk yastık elde edilmiş olup yavru kedilerin kendilerini ana kucağında hissedebilmeleri sağlanmıştır. hali hazırda 6 kiloluk bir sarman ve mahallenin kabadayısı yedi bela ''tekir hüsnü'' tarafından güvenliği sağlanan bu yürüyen 150 cclik kuğuyu almak için benle irtibata geçebilirsiniz. (motoru alana 2 aylık bir siyah ve bir tekir yavrusu da hediye edilecektir)
not: (başlık ağır kinaye içerir)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)