30 Haziran 2015 Salı

volapatal



yıllar sonra insanın okuduğu şehre tekrardan turist olarak gitmesi garip bir duygu. az buz bir zamandan bahsetmiyorum tam 25 sene sonra aynı sokaklardan, yaşadığım, kaldığım, gezdiğim yerlerin tekrar üstünden geçmek çok güzel. bilmeyenler için ufak bir not geçeyim bu arada. öğrencilik yıllarım roma şehrinin önce tiber nehri kıyısında bir yurtta kalarak başladı, daha sonra bir banliyo kasabası olan ostia'da devam etti. 25 sene de değişen tek şey 3. dünya ülke insanlarının roma'yı ele geçirmesi olmuş. onun haricinde sokaklar, yapılar, ve hatta nerdeyse o zamandan kalma dükkanlar bile yerli yerinde. tarihi binalara sıkıysa dokun ayrıca. şehrin genel estetiğini bozmamak için en genci 150 senelik binaların cephesini ne bir tabela, ne saçma sapan pimapenler ne de led ışıklarla donatamazsın. dükkanların önüne reklam amaçlı bayrak filan da koymuyor adamlar. gelgelelim otobüs ve metrolarına da bir el atma vakti gelmiş. benim okuduğum dönemlerden beri pek dokunulmamış gördüğüm kadarıyla. o güzelim arnavut kaldırımlı yolların bakımsızlıktan çoğu yeri çökmüş. otobüslerin içinde o kadar salınıma maruz kalıyorsunuz ki, bi ara kendimi bizim metrobüsler daha konforlu diye düşünürken buldum. sonra ter kokularını hatırlayıp hemen mevzudan sıyrıldım. metro istasyonlarında yönlendirmeler kötü, ondan da kötüsü yürüyen merdivenler çalışmıyor. günde 10bin adım atan bir turist için merdiven çıkmak acıklı olabiliyor haliyle. turistik olan her bölgeyi hintliler işgal etmiş. selfie çubukları, anlamsız sümük gibi bir maddeden yapılmış oyuncak veya gül satıyorlar. biri gidiyor diğeri geliyor. sevgilinizle 2 kelam edip tarihi eserleri incelemekten ziyade sağlı sollu bu satıcıların tacizlerine maruz kalıyorsunuz. herifler doğru dürüst italyanca da bilmiyorlar. bir tanesi burnumuza burnumuza selfie çubuğunu uzatıp ''volapatal'' diyor mesela. küfür de ediyor olabilir. kibarca grazie diyip sıyrılmak namümkün çünkü sırada hint nüfusunun yarısı beklemede. adamlar kıta olarak bayağı roma'ya çökmüşler. sadece onlar olsa iyi. pantheon'dan aşk çeşmesine doğru yürüme yolunda afrika kıtasına denk geliyorsunuz. onlar çanta ve bibloları çantanıza veya cebinize tıkıştırmaya çalışıyor. bütün bunlardan kurtulmak için nehrin diğer tarafına trastevere'ye kaçtık. benim dönemimde keşlerin olduğu bölge bayağı turistik olmuş. harika cafeler, restoranlar ve el işi ürünler satan tezgahlarla renklenmiş bu sokakta daha rahat ettik çünkü hintli arkadaşlar buraya tenezzül etmemişler henüz. güzel bir cafede oturup bira içip yorgunluğumuzu genelde burda attık. bira için ortalama 5 euro veriyorsunuz. tesadüfen keşfettiğimiz peroni birahanesinde geleneksel italyan mutfağıyla birlikte içtiğimiz biralar inanılmazdı. duvarlarında bira ile ilgili maniler olan ve 1906 dan beri hizmet veren bu restoranda yer bulmak için kapısında bir müddet beklemeniz gerekiyor ama sonuca değer. ''la birra da forza e salute'' yazılı duvara baktığım için aklımda sadece bu kalmış.
türkçe meali ''bira güç ve sağlık verir', burdan gaza gelip menüdeki bütün biraları içebilirsiniz. fotoğrafını koyduğum sosis de yanında iyi gidecektir diye onu da paylaşiyim dedim.

 kıssadan hisse roma'ya gidecekseniz size tavsiyem bir hintçe sözlük  edinin ya da selfie çubuklarınızla gardınızı alın. muhakkak ayağınıza rahat bir ayakkabı giyin ve suya para vermeyin. meşhur roma çeşmelerinden pet şişelerinize doldurmanız daha akıllıca olacaktır. dondurma çeşitlerinden kafanız karışabilir. o yüzden külah yerine kupta alın yüzünüz gözünüz yalamaktan birbirine girmesin. bruschetta'ya (brusketta) bruşetta demeyin komik oluyor. her tarafta türk var küfürlü de konuşmayın. şimdilik bu kadar. yarın milano'da gittiğimiz marilyn manson konserini yazacağım. ciao amici...

7 Haziran 2015 Pazar

oy ve öteki

oy kullanmaya gittiğimde zihinsel engelli bir kıza oy kullandırtma teşebbüsü vardı, buna itiraz ettiğimizde görevlilerden 2 tanesi ''yasa var kardeşim engelliler de oy kullanabilir'' dedi. fiziksel engelli olursa tabii ki kullanır ama zihinsel engelli olan vatandaşın dünyadan haberi yok dedik. müşahitlerden bir tanesi laf kalabalığı yapıp ''akşama göreceksiniz sizi yeneceğiz'' diye bağırdı, benim çekim yaptığımı görünce üstüme saldırıp polis çağırın diye tehdit etti. yanında duran 2. görevli de ''artık yeni türkiye dönemi yasalar var eskidendi o burası dingonun ahırı değil'' diye herkesin duyacağı şekilde bağırdı. anlaşılan arkadaşlar görev bilincini tek taraflı ifa ediyorlar. gelen polislere olayı anlattım, sonuç elde var sıfır. hala kıza oy kullandırtmaya çalışıyorlar meğerse kız 5 senedir oy kullanıyormuş, akli melekesi yerinde olmayan bu kızcağızın ailesi onun yerine oy basıyor. müşahitlerin de rengini açık seçik belirgin ettiği bir ortam var, skandal bir durum anlayacağınız. akşama sonuçlardan medet ummayın halimiz içler acısı. 

3 Haziran 2015 Çarşamba

Suzi Quatro - Can the Can (with extra bass)



ortaokul çağlarımda deep purple, sweet, slade, grand funk railroad gibi grupların büyük fanıydım. bu büyük grupların arasından siyah deri tulumu, sarı kahküllü saçları ve incecik vücuduna büyük gelen bas gitarıyla 48 crash isimli parçasıyla listeleri alt üst eden bir kadın çıkmıştı. hemen 45 liğini edindiğim bu asi rock kraliçesinin adı suzi quattro idi. bugün 65 yaşına basan bu ruhu genç kadına nice rock n roll dolu yaşlar dileyip, sizi son performansından bir video ile başbaşa bırakıyorum.