16 Nisan 2015 Perşembe

orange county vs. tt custom choppers

ilk harleyimi 99 yılı sonlarına doğru aldığımda custom motor nasıl yapılır, kime yaptırılır, parçalar nerden bulunur pek bir fikrim yoktu. motoru aldıktan sonra katalogtan seçtiğimiz parçalarla kendimizce motorumuzu şahsileştiriyorduk. fabrika çıkışı harleylerin özellikle bazı parçaları ''değiştir beni'' diye bağırırdı. elcikler, ayaklıklar, aynalar, hava filtresi, sele gidon vs. derken hatırı sayılır bir aksesuar parası harcanırdı. sonuçta tam anlamıyla bu alışveriş motoru custom yapmasa da kendi zevkimize göre aldığımız bu parçalar motorun kime ait olduğunu belirlemede nispeten etkin olurdu. motorun tankına yaptırdığım  air brush kurukafa ile çok havalı bir motora sahip olduğumu düşünüyordum. diğer h-d sürücüleriyle yaptığımız toplu sürüşlerde de bu kişisel zevklerle oynanmış motorların seyrini izlemek kadar keyifli bir şey yoktu.
bu aksesuar işi dipsiz bir kuyudur, aldıkça alasın gelir. dış görünüş bittikten sonra işin motor kısmıyla oynamaya başlarsın. mekanik aksamlar, motorun performansını arttırmak için egzosundan, elektriğine, kablolarına kadar kurcalama kaçınılmaz olur. ne kadar oynarsan oyna hep bir eksik vardır aslında. ben o kadar oynamıştım ki üzerinde h-d yazısı bile kalmadığı için park ettiğim arkadaşımın dükkanında otururken, komşu esnaftan en ilginç yorumu almıştım. kendini motor avcısı sanan arkadaş benim motorun aslında kanuni olduğunu ama çok başarılı bir şekilde harleye dönüştürdüğümü söylemişti. bozmamak adına çaktırmamasını sadece onun bunu farkettiğini söylemiştim...
yanlış hatırlamıyorsam 2000 li yılların ortalarına doğru discovery channel'da bir program başladı. paul teutul isimli bembeyaz posbıyıklı, yapılı bir adam ve oğulları tarafından kurulan ve belgesel olarak yayınlanan firmanın adı ''orange county choppers'' idi. inanılmaz güzel ve kişiye özel tasarlanmış rüya gibi motorlar üretiyorlardı. tv de izlerken salyalarımın aktığını hatırlıyorum. türkiye'de böyle bir oluşumun var olacağını rüyamızda görsek inanmazdık. burdaki motor sürücülerinin çoğunun böyle bir mantığı da yoktu zaten o zamanlar. katalog motorcusuyduk aslında. seç tak öde durumu yani... kişiye özel motor yapmak için ciddi paraların harcandığı bir gerçek ama zaten harley almaya karar verdiğinizde ciddi miktarları harcamayı göze aldınız demektir. sonuçta bu bir hastalık dedim ya. ne kadar harcarsan o kadar iyileşeceğin bir hastalık hem de. 
gel gelelim  paul  teutul, jesse james, indian larry filan derken ülkemizde de bu tarz motorların yapılmasına 2005 yılında mecidiyeköy'de temelleri atılan tt custom choppers'la başlandı. yapılan ilk motorların ülkemizde üretildiğine gözümüzle görmesek inanmazdık. tarhan telli'nin baş harflerinden oluşan firmanın, bırakın türkiye'yi dünya çapında motorlar üreteceğini hayal bile edemezken, aradan geçen bu kadar yılda gelinen nokta ise takdire şayan cinsten oldu. tt custom choppers'ın ürettiği ilk motorları, yine ağzımızın suyu aka aka seyrettiğimiz discovery'de ama bu sefer çekim yapmak üzere benim de kullanma şansına sahip olmam da ayrı bir zevk oldu. belgeselde izlediğim tarzda motorların üzerinde e5 karayolunda sürerken, yanından geçtiğim çoğu motorla alakası olmayan insanların bile hayranlıkla izlediğini farkediyordum. hali hazırda gerçek anlamda bir custom motorum yok ama bütçeyi denkleştirebildiğim gün orange county'e veya bir başka amerikan firmasına gitmek zorunda kalmayacağımı biliyorum. çok süratli bir şekilde gelişen motorculuk anlayışı ve motor klüplerinin de çoğalmasıyla trafikte daha çok süper tasarım makinalar göreceğimizi umut ediyorum. 
ilgilenenler için link:
http://www.ttmotor.com.tr/

15 Nisan 2015 Çarşamba

teleme sensin peyniri de sana ....


yaz geliyor ya şimdi, tanıdık tanımadık insanlardan en çok duyacağım cümlelerden biri olan ''teleme peyniri gibisin yan biraz'', devrelerimi yakma, sinirlerim hoplatma, küfür dağarcığımı açmama sebep olacak. kimi zenci doğar güneşin altında zift gibi yanar, kimi de benim gibi beyaz doğar 5 dakika güneş altında kalsa kıpkırmızı olur. akabinde devre yakan ikinci cümle gelir. ''o ne lan? ıstakoz gibi olmuşsun.'' gel de küfretme. bir norveçlinin veya herhangi bir süt beyaz kuzey avrupalının böylesi bir densiz cümle kurabileceğini düşünüyor musunuz? ben sanmıyorum. bu bizim yavşak, düşüncesiz halkımıza ait bir yaklaşım. adam yaz kış bodrumda yaşamış, doğuştan kuzgun modeli, gelmiş bana teleme peyniri gibisin diyor. yanamıyorum mına koduumun çocuğu napiyim? pigmentlerim genel greve gitmiş, bir üst modelim albino zaten ve de üstüne üstlük sana ne? çok rahatsız olduysan kumsaldaki rus'un bembeyaz poposuna bak. ona bir şey demiyorsun ama ağzının suları akarken di mi? kapkara yanıp neyin güzelliği yahu ayrıca? amele de yanıyor git onla fotoğraf çektir çok beğeniyorsan... fazla uzatmicem arkadaşım olsun olmasın, şaka olsun torba dolsun misali teleme peyniri diye yanıma yavşak yavşak sırıtarak gelene o peynir tenekesinde boğul diyeceğim. ayrıca o kadar güneşte kalmak bir tercihtir. ben marsık gibi yanana gidip ''katran karası gibi olmuşsun, o ne lan öyle goril gibi'' diyor muyum? güneşin fazlasının kansere davetiye çıkardığı ve cildin erken kırışmasına neden olduğu da bir gerçek. kömür ateşinde yanan döner gibi, bütün gün güneşin altında gıdısını ve ayak altını bile yakmaya çalışan kadınlarla uğraşın bence... bitti.

13 Nisan 2015 Pazartesi

alt kemancı'yı özlemek

merdivenlerinden aşağı indiğim anda kendimi mabette hissettiğim bir yerdi kemancı. üst, orta ve alt kemancı olarak her katında ayrı bir etkinlik olurdu. biz alt kemancı çocuklarıydık. çalmadığımız günlerde de bi fiil mekanda hazır bulunurduk. dünyada bile eşi benzeri olmayan bir ambiansı vardı. demir konstrüksiyon ağırlıklı sahne, antika ahşap mobilya dolaplar ve varaklı aynalar, duvarda giger'den yılanlı kadın, veya isa'nın son yemeğinden esinlenilmiş kocaman jimi hendrix'li, janis joplin'li büyük tablo. girişinde 2- 3 basamakla konser seyredilen düzlüğe inmeden ara bölüme yerleştirilmiş büyük bilardo masası, kafes içindeki dj + tonmaister kabini vs. vs... zeki abi her akşam elinde birası mekanın her bir bölgesini arşınlardı. büyük kolonların dibinde görüp, merhaba demek için yanına gidene kadar tam ters tarafta barın ucuna ışınlanmış olabilirdi. herkesi tanır, ve muhakkak selamını verir, insanların halini hatırını sorardı. sosyal medya diye dangalak bir mevzu olmadığı için, herkesin birbiriyle kaynaştığı, ortak zevklerin, fikirlerin ve dostlukların da perçinlendiği yerdi burası. ayı orhan'ın kapı güvenliğini sağladığı, punk levent'in ispirtoyla barı ve zaman zaman sahneyi yaktığı, uzaylı çantası ve gözlüğüyle grupların sound'unun ondan sorulduğu dj neşet'le efsane bir mekandı. zeki abi'yi 2 sene önce bugün kaybettik. bugün onun anısına tekrardan bütün o klüpte çalmış ve o havayı solumuş müzisyenler olarak roxy'de olacağız. kemancı ruhunu yakalayamamış şimdiki gençlik için üzgünüm. kemancı dönemlerini çok özlüyorum. köprüaltı döneminden doğup oluşan bu kültür maalesef anılarımızda yaşamaya devam edecek. zeki abi nur içinde yat, senin yerin her zaman kalbimizde
var olmaya devam edecek.

2 Nisan 2015 Perşembe

quokka


sabah uyanıyorsun ve;

- elektrikler ülke genelinde yok
- savcı rehin alınmış
- teröristler isteklerini sıralarken rehinenin başına silah dayalı
- adliye'de avukatlarla polisler arası arbede
- akşama doğru özel harekat timi başarılı operasyon! yapıyor, rehine dahil herkes ölü
- aynı sıralarda koca emniyet müdürlüğünün koca caddesinde 2 terörist baskın düzenliyor
- daha eski bir karakol baskınında öldürüldüğü iddia edilen terörist tekrar öldürülüyor
- nükleer santral tasarısı meclisten geçiyor
bu sadece 1 gün içersinde olan, olağan vakalar. 1 sezon 13. bölüm tadında ilerliyoruz sezon finali ise belirsiz. senaristler bol keseden yazıyorlar, prodüksiyon ise hiç bir fedakarlıktan kaçınmıyor.

halbuki ben sydney'de uyanıp mısır gevreği kutusundan çıkan yılan haberi veya koalaların cinsel yaşamı tehlikede mi? veya bugün bir quokka ile selfie çektirebilecek miyim endişelerinden başka bir derdim olmasın istiyorum. ya siz?