14 Şubat 2016 Pazar

yurt dışı tatil mi? o yeah!

bazen yazmak şart oluyor. bu ülkede yaşamak zor azizim. hem de çok zor. her gün bir  zırvalıkla karşılaşmak artık moda tabiriyle fıtratımızda var. kaderimize sıçayım o ayrı. insan kendi ülkesini sevmez mi? insanını, örf ve adetini, geleneklerini beğenmez mi? neyse direkt konuya gireyim. ben sevmiyorum abi net söylüyorum. sıkıldım insanımızdan. terbiyesizliğinden, bencilliğinden, ucuz kurnazlığından, kabadayılığından, iş bilmezliğinden, aptallığından, görmemişliğinden, zevksizliğinden ve daha bir sürü şeyinden. evden dışarı çıkmakla zulüm başlıyor. trafikte yayaysan, yaya geçidinde bile olsan üstüne sürüyor mesela. yol verme gibi bir mekanizma yok çünkü mahlukatta. örnekler çoğaltılabilir dalmayacağım o mevzuya. sadece tiplemeleri düşünün yeter. elde tespih yamuk vücuduyla 3 kişiye nasıl dalmış onu anlatan minibüs şöförleri mesela. adamın övündüğü şeye bak. bu sosyopatlar ordusu her alanda gittikçe çoğaldı. nüfus edepli, efendi, okumuş, görmüş geçirmiş insanlardan bu primitiflere doğru her geçen gün daha da evrilmekte. arada sırada da insan şişince bir tatil yapmak istiyor. iş güç durumunu ayarlayıp bayramı da denk getirip 1 haftalığına güzel ülkemin güzel beldelerine gitmek için bavulu yapıyorsun. kıçı kırık, sezon dışı 3 kuruş olan pansiyonlara 5 yıldız otel parasını bayılıyorsun. akşam meyhaneye gidiyorsun, bir beyaz peynir, üç meze ve bir ufaklığa aylık mutfak masrafının yarısını ödüyorsun. yediğin de bir boka benzese bari. bara gitsen en dandik gdo'lu yurdum birasını şişesiyle birlikte kıçına sokmaya çalışıyorlar. dolayısıyla biz de 2 senedir sıçarız böyle işe diyip, yurt dışına tatile gitmeye başladık. niye bunu yazıyorum? peki onu da açıklayayım. biraz evvel okuduğum haberde turizmciler hükümete, yerli turistin yurt dışına çıkışlarını zorlaştıracak yurt dışı harçlarının yükseltilmesi ve vize zorluğu getirilmesini, böylelikle yerli turistin iç piyasaya yöneleceğini ifade etmişler. ba ba ba. yabancı turisti kaçıran, terörü hortlatan, uluslararası ilişkilerin içine sıçan hükümete oy verme bence sen gerzek kafalı. yerli turistin kazıklanmamasını sağla. yasakçı zihniyetinin içine tüküreyim. daha beter olun hatta. neymiş iran'da ve rusya'da da varmış. ülke örneğinize de tüküreyim. zaten nerde boktan örnekler onları alın siz. bana ne lan iran'dan rusya'dan.  1 liralık ayranı 7 liraya, 3,5 liralık lahmacunu 50 liraya yiyelim di mi? siz cukkalarınızı doldurun yeter ki. beter olun sevgili turizmciler. aklınızı başınıza getirecek bir durum olur inşallah bu. hadi ciao ben lizbon'a gidiyorum.

7 Şubat 2016 Pazar

kürke kılım

geçenlerde caddede yürürken çok ünlü bir firmanın vitrininde sergilenen bir kürk fiyatına gözüm takıldı. 17 bin lira yazıyordu etikette. onyedibin! tabii ki benim kafamda bu fiyata alınabilecek ilk ürün gayet rahat 2. el harley'in sporster modeli olabilirdi. bilmem kaç tane minnak hayvanı katledip, dikilen bu ürüne biçilen değer, katiline ne kadar kazandırıyordu acaba? bunu giyen kadın bu tüylü giysinin içindeki bir zamanlar canlı olan organların farkında mıydı mesela? mesela kokoreç desen ıyy vahşet iğrenç bişi diyen bir kokoş, işlemden geçip aklanıp paklanıp üstüne de dünya yüküyle para verince, vakti zamanında gayet sağlıklı çalışan ve bok ihtiva eden organı yok sayabiliyordu. 17 bin lira verince hayvanların yaşam hakkını alma ve onları yok sayma hakkına mı sahip olunuyordu yoksa? üstünde kürkü, evine giren kadının, piçoz, sürekli havlayan şımarık pekinez köpeklerini kesip boynuna şal  yapsak nasıl tepki verirdi?
17 bin lira lan. benim 10 senede aldığım kıyafet parası bile bu kadar tutmuyordur muhtemelen. hanımlar yapmayın etmeyin, kürk zannettiğiniz kadar da güzel durmuyor zaten üzerinizde. arkadan ayı gibi bir görüntünüz oluyor.

6 Şubat 2016 Cumartesi

hazerfen levent çelebi sunar

yurt dışına gidince ister istemez karşılaştırma yapıyorsun.bu yemek yediğin yer olur, gezdiğin mahalleler olur, alışveriş yaptığın dükkanlar veya cafeler hiç farketmez. insanları, ücretleri, gördüğün her objeyi bir şeye benzetme huyun depreşiyor. bende de bu huy yeterince fazla. en son leylek sevgilimle  belgrad'a gittik. havaalanında inince taksiciler hemen üşüşüyor. merkeze 15 euro fiyat çekiyorlar. biz bilinçli turistleriz, 72 nolu otobüsü soruyoruz. ''o yukarda girişte, 900 m yürüme mesafesi, zaten aynı para tutar, değmez'' gibi kandırıcı cümleler sarfediyorlar. yemezler deyip durağa doğru yürüyüşe geçiyoruz ve aşagı yukarı 100 adım sonra duraktayız. otobüs 10 dk. içinde geliyor. biletimizi otobüs şöföründen 300 dinar (aşağı yukarı 7,5 tl) karşılığında alıp boş bir yere çörekleniyoruz. evet 1. benzetme gelsin o zaman. taksi şöförleri aynı bizdekiler gibi 3 kağıtçı. sınıfta kaldın otur sıfır.
 yolculuk 45 dk kadar sürüyor. oteli gps yardımıyla elimizle koymuş gibi buluyoruz. otelin girişi apartman girişi gibi. girişte sadece bir asansör var, biniyoruz ve mantık yürütüp recep 1. kattadır herhalde diye düşünüp çıkıyoruz. 1. katta değilmiş gel gör ki. tekrar aşağı inip kontrol ediyorum. tabelada ''rec. 2. kat'' diye not var, karanlıkta görmemişiz. 2. katta resepsiyon mu olur lan? uzatmayalım royal crown otelde kalacaksanız direkt 2. kata çıkın, asansörden çıkınca karşınıza çıkan kapıyı çalın. ufacık bir hol, bir ufak masa ve sizi bekleyen güleryüzlü bir sırp kızı göreceksiniz. odaların hepsine ressam ismi verilmiş. bizimki tam recep'in karşısında klimt odası. gayet ferah bir oda. kocaman bir yatak, yüksek tavan, duvarda klimt tablolar, kocaman tv. ev gibi döşenmiş çok şık bir oda anlayacağınız. yerler komple halı kaplanmış. yürürken yerler biraz gıcırdıyor. sessiz ve temiz bir otel. kaldığımız bölge knez mihailova diye anılıyor. uzun geniş trafiğe kapalı bir alan ve sağlı sollu cafeler, mağazalar yer almakta. oranın bağdat caddesi diyebiliriz. illa bir benzetme olacak ya tabii akabinde karşılaştırmalar da geliyor. sevgilim '' ama burası daha kısa'' diyor. ''elimize metre alıp ölçecek halimiz yok ama sadece dükkanların olduğu bölgeyi ele alırsak kafa kafaya da gelebilir, bilemiyorum'' diyorum. mutabakata varıyoruz. 
googledan neler yapabilirize bakarken 2 nolu tramvayı öneren yazılara denk geliyoruz. kaçar mı? kalemegdan'ın ordan biniyoruz. hayatımda böyle eski püskü bir tramvay görmedim. her an ikiye bölünecekmiş gibi takur tukur gidiyoruz. camlar öyle pis ki fotoğraf çekmek sıkıntı olacak. tarlabaşı, sirkeci tadında yerlerden geçiyoruz. arasıra güzel yapılara denk gelsek de pek umduğumuzu bulamadık açıkçası. şehrin merkezinden uzaklaştıkça ankara'ya geldik gibi hissediyoruz. benzetmenin dibindeyiz an itibariyle. 2 nolu tramvay hiç işimize yaramadı dersek ayıp etmiş oluruz. vugovok spomenica durağında 1 gece önceden googleda bulduğum ama nasıl gidileceğini bilmediğim tramwai rock barı görüyoruz. ayrıca plak severler için yine aynı duraktan 15 dakka yürüme mesafesinde yugo vinyl'e uğramalarını tavsiye ederim. eski progressif rock, punk veya yugoslav grupların plaklarını 2000 3000 dinar aralığında alabilirler. plak seçerken bira veya viski ikramı yapmaları da dikkate şayan bir hareket. arkadaşıma plavi orkestar ve kendime eski jeff beck albümlerini alıp kasaya yöneliyorum. amma lakin pos makinasının azizliği yüzünden sıkıntılı anlar yaşıyoruz. plaklar 9000 dinar tuttu ama bende o kadar nakit yok. pos makinasını kırmak üzere olan dükkan sahibine cebimdeki son 2000 dinarı verip sadece arkadaşıma söz verdiğim plağı alabiliyorum. dükkandan çıkarken adam hala godin'in düşünen adamı şeklinde duruyordu. sanırım bize ikram ettikleri viski ve biraları 1 saat içinde tüketmişlerdir. 
belgrad'ın bohem mahallesi olarak geçen scadarlija var sırada.  değişik büyüklüklerde parça parça taşlardan yapılmış harika bir sokakta yürüyoruz. sağlı sollu meyhaneler hepsi birbirinden güzel ve sevimli dekore edilmiş. rastgele birine giriyoruz. benzetme olarak alaçatı olabilir, belki kasarsak asmalı mescit de denilebilir. menüden kızarmış peynirli kırmızı biber, mantar, börek, rosto seçiyoruz. 2 de bira söylüyoruz. öyle bir porsiyon geliyor ki yan masadakilerle masayı birleştirsek mi acaba diye düşünüyorum. bir de garson bizim ikramımız diye sarmısaklı zeytinyağ soslu acı biberler ve yerel ev yapımı ekmeği de dayıyor masaya. yedikçe eksilmeyen bir masaya sahibiz şu an. fiyatlar da mis. yerel bira içtiğinizde en baba restoranda vereceğiniz para 3,5 - 4 tl.yi geçmiyor. şu koca porsiyonlu rostonun fiyatı 900 dinar. 25 tl bile değil. 3 kişi doyar bu tabakla net söylüyorum. kıtlıktan çıkmış gibi davranmasak muhtemelen 2 kişi  max 50 tlye çıkardık buradan. türkiye'de bu tarz bir mekanda bu parayı bahşiş diye verseniz garson suratınıza tükürür öyle diyim. harika müzisyenleri var kafanızı şişirmeden masanızın başında türkçe parçaları sırp usulü yorumluyorlar. bizim gittiğimiz gece 2 ayrı türk masası daha vardı. finalde 1 mumdur 2 mumdura kadar geldi dayandı olay. 

kıssadan hisse belgrad vizesiz, ekonomik ve bize yakın olması açısından kısa süreli geziler için ideal bir ülke. istanbul'da 3,5 liraya çay içeceğime belgrad'da 3,5 liraya bira içerim diyenlerdenseniz size şimdiden iyi yolculuklar. 

3 Şubat 2016 Çarşamba

yarışma dediğin böyle olur

o ses türkiye yarışması finali dün akşam yapıldı ve genç bir arkadaşımız daha 5 albüm anlaşması ile, 1 sene boyunca 250 konser ve büyük ikramiye 1 milyon doları cebine indirdi. amerikan idol jüri üyelerinden keith urban ve jennifer lopez birinci gelen genç arkadaşımızı kendi programlarına davet etmek üzere özel jetlerini göndereceklerini bildirdiler. tarkan, twitterdan yarışmanın birincisiyle en kısa zamanda düet yapmak istediğini, parça seçiminden sonra kayıt için london'da stüdyoya gireceklerini belirtti. hazır gitmişken sahne kıyafetlerini de camden town'da halledeceklerini ekledi. foo fighters grubunun solisti dave grohl, cem adrian'la elele verip yaptığı açıklamada; ''o ses türkiye jürisinin genç insanların umutlarıyla oynadığını, kaybedenlerin bunalıma girip intihar etme eşiğine geldiklerini ve bunun üzerinden prim yapan bütün jürinin yatacak yerinin olmadığını'' ifade etti. acun medya ise seneye hakan'la gökhan'ın yerine allah kısmet ederse dave ile cem'i aynı koltuğa oturtacağız açıklamasıyla yüreklere su serpti. bakalım zaman ne gösterecek?
yarışmanın kaybeden yarışmacılarından 5.element asude ise oynat bakalım'ın yeni sezon sunucusu olmak üzere kolları sıvadı. ahmet kaya söyledikleri halde elenen yarışmacılar ''başına sıkıp gidenler derneği'' kurup mağdur yarışmacıların haklarını sonuna kadar arayacaklarını, olmadı topuklarına sıkıp yola devam edeceklerini belirttiler. karadeniz türküleriyle bir süre liderlik koltuğunu zorlar gibi görünen şarkıcılar horon teperek birinci gelen arkadaşlarını tebrik ettiler. horon esnasında  ezilme tehlikesi yaşadığı zannedilen türkan ''korkacak bir şey yok, canım acımadı sia/chandelier söylüyordum'' dedi. herkes rahat bir nefes aldı.
acun medyadan yapılan bir diğer bomba açıklama ise ''o ses türkiye'' önümüzdeki sene ''o ses türki cumhuriyetleri'' olarak yoluna devam edecekmiş. annem annem şarkısını 1500 kez okuduğu halde birinci gelemeyen aziz cherry kendini hadise'nin bıngıl kollarına attı. hadise istikrarını bu sene de devam ettirerek birinci gelmedi. ''yarışmanın değil gönüllerin birincisiyim'' diyerek yine kendi kendini avuttu. gökhan'ın, hadise'nin karşısına geçip ispirtolu kalemle alnına 'şampiyon benim' yazması yakışık almadı. bunun üzerine hakan'ın eliyle dizlerinin üstünde tempo tutup ''we are the champions'' adlı queen parçasını seslendirmesi, olaya tanık olanlar tarafından çok manidar bulundu. ebru gündeş kenarda hıçkırarak ''yees yeees yes!'' nidaları arasında ağlıyordu. yanına taziyeye gidenlere ''rap müziği bile sever göründüm, ben nerde yanlış yaptım'' diye sızlanırken görüntülendi. murat boz'untuya vermeden yarışmanın bütün güzel kızlarıyla foto çekimini tamamladıktan sonra, hepsini kliplerinde oynatma sözünü verip gecenin karanlığına karıştı. harika bir final gecesi yaşadık. sağol acun medya, yaşasın müzik.