29 Aralık 2015 Salı

italya'da pizza başkadır


italyanlara hastayım. adam hamuru alıyor, havaya atıyor, eviriyor, çeviriyor, pataa atıyor tezgaha, alt kademeye salça üstüne mozzarella veya mantar prosciutto vs. al sana pizza. dünya şapur şupur yiyor. undan kaleler yapan gözlemeci teyzelerimiz, lahmacun ustalarımız, karadenizli pidecilerimiz kıçlarını yırtsalar nafile. spagettiyi tam pişirmeden ''al dente'' denilen kıvamda önüne dayıyor. üstüne parmigiano'yu bol bol serpiyor, sen de kamışla kola içer gibi höpürdete höpürdete yiyorsun. soslu kıymalısına spagetti alla bolognese demiş,  bologna şehrini sübliminal mesaj olarak milletin kafasına kazıyor. biz de mantımızla hala kendi çemberimizde, çorba kaşığının içine 40 tane sığıyor ama diye böbürlenelim. var mı lan mantı alla kayseri mesela dublin'de?
 müzikal anlamda da hayli mükemmeller. halkın çoğu zaten potansiyel şarkıcı. adam mikrofonu seyirciye bir uzatıyor nerdeyse bir tane bozuk ses yok, hayvan gibi eşlik ediyorlar çok affedersiniz. biz ise o ses türkiye'de ne kadar karga sesli varsa dinliyoruz.
italyanlar bize benziyormuş. tip olarak belki güneyliler benziyor olabilir, keşke müzikte, moda veya tasarımda da benzeseymişiz. adam da ceket yelek giyiyor kravat takıyor, manken sanırsın. aynı kıyafeti bizimki giyiyor al sana kurtlar vadisi tiplemesi.
noel öncesi como'da turlarken sokaklar süslenmiş, stantlar kurulmuş, atlı karınca'da sadece çocuklar değil onların sayesinde anne babalar da eğleniyor, sıcak şarap kokuları mis gibi insanı kendine çekiyor, peynirler, şekerlemeler, oyuncaklar, hediyelik eşyalar satan klübeler kurulmuş. gülmeyen tek insan yok herkes mutlu mesut yılbaşı kutlamasına hazırlanıyor. biz de ise noel, yılbaşı kutlanmaz savsatası tartışılıyor mesela. günleri kutlamasını sevmiyoruz biz. sevgililer gününe de karşı çıkarız, yılbaşına da. kimi para tuzağı olarak görür, kimi de adetimiz değil der. halbuki amaç ''gün kutlamak bahane dostlarla, insanlarla kaynaşma şahane'' olmalı değil mi?
sokaklar cıvıl cıvıl, insanlar cıvıl cıvıl, dükkanlar, evler cıvıl cıvıl. mutlu, huzurlu ve güleryüzlü bir halk. daha ne ister ki insan?
o kadar kalabalıkta kimse kimseyi de pandiklemiyor işin ilginç tarafı. hırsızlık olabilir ama yine de dikkatli olmak lazım. her yerde bir kanı bozuk var sonuçta.
milano'ya yolunuz düştüğünde muhakkak bir trene atlayıp como gölü'ne gidin. yarım saat yola değecektir. dar sokakları, katedrali, şirin evleri, renkli dükkanlarıyla çok güzel vakit geçirirsiniz. ister gölün etrafında turlayın ister cafelerinde oturup mis gibi espressonuzu için. günübirlik dahi gitmiş olsanız bütün negatif enerjinizi burda salmanız garanti. madem pizzayla konuyu açtık yine pizzayla kapatalım. buyrun size son kıyağım; bol seçenekli, lezzetli ve uygun fiyata pizza yemek isterseniz buraya mutlaka uğrayın. http://www.peachpit.it/ ciao amici...


13 Aralık 2015 Pazar

geziyorum o halde biliyorum


epeydir yazmadığımı farkettim, konular birikmiş ama motivasyon bitik olunca elden bir şey gelmiyor. son bir kaç aydır yakın arkadaşlarımın veya göz aşinalığımız olan tanışlarımın beni görünce ilk takıldığı ''amma da gezdin mevzuu''. kabul ediyorum son dönemlerde biraz da iş sebebiyle turlamalar yaptım. leyleği havada gördün diyen arkadaşlarıma tek diyebileceğim ''leyleği havada görmedim, bizzatihi leylekle çıkıyorum.'' kız arkadaşım kendi tabiriyle tam bir travel junkie. e gezmeyi kim sevmez? dürtmesi yeterli oluyor. gezmek sanıldığı gibi pahalı bir işlem değil aslında. sadece uygun fırsatları doğru zamanda kullanmayı bilmek gerekiyor. istanbul'da  bir günde harcadığımız parayla kiev'de 5 gün geçirmiştik mesela. son dönem gittiğimiz yerlerden helsinki, ki avrupa'nın en pahalı şehri olmasına rağmen, çok fazla ekonomimizi sarsmadı. sato adlı ev/otellerde günlüğü çok uygun fiyata kaldık. gerçekten ev gibi ve çok şık design edilmiş. içinde ocağı,bulaşık makinası ve hatta mikrodalga fırınına kadar her alet mevcut. şehrin merkezine çok yakın olduğu için her yere yürüyerek ulaşabildik. marketten alışveriş yapıp kahvaltı ve akşam yemeğinizi de evde yediğiniz vakit, hem fazla para harcamamış hem de bir süre sonra turist değil de orda yaşıyormuş hissine kapılıyorsunuz.
bol bol yürüyerek şehri nerdeyse 2 saat içinde öğreniyorsunuz. çoğu meydan veya büyük merkezlerde süper hızlı wi-fi olduğu için kaybolma riskiniz nerdeyse sıfır. daha önceden belirlediğimiz adreslerin çoğu zaten tesadüfen karşımıza çıktı. rastgele bulduğumuz yerler de olmadı değil. mesela tavastia clup bunlardan bir  tanesi idi. geldiğimiz ilk gün kendimizi kapısının önünde bulduk. o akşam da şansımıza dan reed network konseri olmasın mı? bir anda gözlerim parladı. bilgi almak için klüpten içeri girdiğimizde grup sahnede soundcheck yapıyordu. bir süre onları izledik daha sonra bir görevli bulup konser saatini öğrendik. ön grup 20:30 ana grup da 21:30 da sahneye çıkıyormuş. gayet efendi saatler. böylelikle, bizde yaşanan, ertesi günü iş olduğu için konsere gidememe bahanesini adamlar bertaraf etmiş. konser fiyatlarını merak edenler için söyliyim; bir bilet 26 euro, bir bira da 8 euro civarında. bağdat caddesinde yabancı biraların 20 - 27 lira arasında satıldığı göz önüne alındığında, avrupa'nın en pahalı şehri de kimmiş lan? diyesi geliyor insanın.

helsinki ahalisi saç bakımına çok düşkün olmalı ki şehir kuaför kaynıyor. nerdeyse her sokağa bir kuaför düşüyor. klasik bir sakal traşı için 65 euro fiyatı görünce, berber esnafının neden bu kadar fazla olduğu anlaşıldı haliyle. gelin kafası anasının dinidir bu durumda.
finli arkadaşlar tükürmeye çok meyilli. kız erkek farketmiyor. kiev'de de dikkatimi çekmişti. çok soğuk iklimlerde tükürük salgısı mı artıyor acaba? hele gayet zarif çıtı pıtı sarışın finli kızımız haayk tu şeklinde okkalı tükürüğü önümüze fırlatınca içimiz kalkmadı değil. suriyeli mülteciler nasıl becermişlerse buraya kadar gelmişler ve dilencilik sektörünü ele geçirmişler. çoğu sahibi ıraklı olan ve nispeten en ucuza karnınızı doyurabileceğiniz mekanlarda falafel veya pita döner baya revaçta. 5- 6 euroya mis gibi doyarsınız. ama yok ben adam gibi yemek yiyecem diyorsanız bir tabak mama fiyatı 25- 30 euroları bulabiliyor. keyfiniz bilir.
benim gibi plak severler için harika plak dükkanları var. inanılmaz bir arşivi olan bu dükkanlarda aklınızı kaybedebilirsiniz. music hunter isimli plak dükkanını es geçmeyin. labirent gibi olan dükkanın içinde sadece plak değil, nerdeyse bütün sanatçıların, grupların imzalı poster, plak veya fotolarını görebilirsiniz, ve hatta görmekle kalmayıp parayı bastırıp alabilirsiniz de...

gitmişken müzik dükkanlarına uğramasam olmazdı. merkezde 2  adet müzik dükkanı var amma velakin enstruman olarak fazla zengin değil. ama efekt pedalı istiyorsanız custom sound adlı dükkana muhakkak uğrayın. fin yapımı dark glass electronic firmasının ürettiği pedalları denemenizi tavsiye ederim. bir de dip bilgi olarak tax free mevcut.

şehrin bir başka güzelliği ise nüfus az olduğu için koca koca sokaklarda ferah ferah gezmeniz. belediye otobüsleri gayet dakik. yazılan saat neyse o saatte durakta oluyor. bilet aramanıza/almanıza gerek yok çünkü şöför satıyor. sabırlı millet. 5 saat şöförün bileti kesmesini, para üstü vermesini sakin sakin bekliyor. bana bir türk olarak afakanlar bastı ama sabırlı halkı takdir ettim gerçekten.
fellik fellik caddeleri arşınlarken güzel sürprizler de olmadı değil. mesela nightwish'in klavyecisi tuomas sevgilisiyle karşımıza çıkmasın mı? grubun hayranı olan kız arkadaşım ''aa tuomas bu''deyince bir süre takip ettik nedense. arkasından bağırdım ama tınmadı. iki şarap içip bizim sektörün boktan durumunu anlatmayı planlıyordum adama.
3 günde şehrin didik didik edip dönme vakti gelince bavullarımızla otobüs durağına kadar yürüdük. havaalanı aşağı yukarı 1 saat kadar uzaklıkta. ama taksiyle gitmenize gerek yok. yarım saatte bir havaalanına kalkan 615 nolu otobüse binip 6 euroya gidebilirsiniz. finlandiya'da ne işim var ya diyorsanız kadıköy'de ayı veya zeplin'de kaldırım üstünde bira içmesi çok keyifli. ya da taksimde araplarla omuz omuza gün de gayet renkli ve sevimli olabilir. bir başka seyahatte görüşmek üzere. bye bye.