2. perde eserin en hareketli sahnesi ve büyük tartışmalara konu olan boğaziçi caz korosu kostümleriyle sahnede. la bohem'in, puccini'nin bestelediği operalar içersinde, en yalın ve kolay opera addedilmesine kılım diyerek koroya dönüyorum.
daha bismillah ilk notadan detone giriyorlar. koroda hacim yok. opera eğitimi almış profesyonel solistlerin yanında inanılmaz sönükler. sahne duruşları acemi, ve opera sesini taklit edip şarkı söylemeye çalışan komedyenler gibiler. hayatımda dinlediğim en kötü koro diyebilirim. çocuk korosunun sesi daha fazla çıkıyor varın gerisini siz düşünün. musetta rolündeki madelain pierrard'ın vibratosu bu sahnede fazla irite edici ama 3. perdedeki performansıyla bunu unutturuyor. orkestranın da hakkını yemeyelim, cem mansur yönetiminde gayet başarılılar. açıkçası toplama orkestra olduğunu duyduğumda tedirgin olmuştum. 2. ara hayli uzun. 25 dakikalık sigara ve teşaşür seansından sonra 3. perde açılıyor. yine harika bir kış sahnesi, bacadan duman tütüyor, karlar yağıyor, yerler bembeyaz olmuş ve yine o da ne? seyirciden bir alkış. dekoru alkışlayan seyirciye de ilk defa denk geliyorum. uçağı piste indiren pilotu da alkışlayan tayfa burda sanırım. rodolfo-mimi ve marcello- musetta düetleri ile kendimden geçiyorum, ve ''ulan puccini ne yazmışsın be'' diye iç geçiriyorum. tenor partilerinde insafsız olan puccini'nin yüzünden, david butt philip-rodolfo, aryanın en tiz yerinde çatlamayı çok iyi bertaraf ediyor. tebrik ediyoruz. son ara da veriliyor. libretto'ya göz gezdirirken bir yandan muhabbet ediyoruz. fakat o da ne? iki arka sıramızda oturan çift telefonun konferansını açmış, arkadaşlarıyla yüksek volümden konuşuyorlar. rahatlığa bak. o sırada bir beyefendi elinde şarap kadehi ön sıradaki yerine geçiyor. yanımdaki çift olmazsa olmaz selfielerini çekiyorlar. asıl bohem bizim seyirci ya. opera içinde opera seyrediyoruz adeta. son perde de dramın allahı var. maalesef opera konuları bazen türk filmi tadında oluyor. kız hasta, öksürük tıksırık, dramın dibine vurulmuş, herkes üzgün ağlamaklı. olan oluyor ve kan şekerim düşüyor.
eataly'den aldığım bisküvi torbasını açmaya yelteniyorum ama vazgeçiyorum çok ses çıkacak. kız da ölemedi bi türlü. ter basıyor, suyu yudumluyorum ve kız ölür ölmez istemeyerek de olsa kendimi fuayeye atıyorum. alkış kıyamet, ama arabasının başına bir an evvel gitmek isteyen çoğu seyircinin de uzadığını görüyorum. bunlar hep görgüsüzlük işte. bize has olaylar. orda 2 saat bir eser seyrettin. arabana 15 dakka geç git ne olur di mi? inanılmaz bir emek var orda. bu kadar rahatına düşkünsen otur evinde video seyret. seyirci etiğinden bahsettiğim buydu işte. nasıl seyredilir, nerelerde alkışlanır, nasıl giyinilir. beğenilen eseri yeri gelir yarım saat ayakta alkışlarsın. bu kadar her konuda geriye giden bir toplum olur mu ya? akm döneminde millet operacılarımızı elleri kanayana kadar ayakta alkışlardı. şimdi sanki sadece boy göstemek için konsere gidiyormuş gibi bir algı hissediyorum. daraldım yine. sonuçta la boheme özeti; dekorlar mükemmel (royal house normaldir), solistler bravo, orkestra tebrikler, boğaziçi caz korosu rezalet, çocuk korosu afferim, seyirci yer yer bohemdi. 24 ocak son temsil sanıyorum, bilet bulursanız gidin ama bi 15 dakka kadar kötü bir koroya maruz kalacaksınız temkinli olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder